KONU BAŞLIKLARI:
YARATICILIK
BİR ESERİN YARATICILIĞININ ANLAŞILMASI
AİLENİN YARATICILIKTAKİ ROLÜ VE KATKISI
USTA-ÇIRAK İLİŞKİSİNİN YARATICILIKTAKİ ÖNEMİ
YARATICI BİR KİŞİNİN PROFİL ÖZELLİKLERİ
YARATICILIKTA RİTÜELLER
YARATICILIĞIN HAZIRLIK SÜREÇLERİ
1.SÜREÇ: RUHUN HAZIRLANMASI
2.SÜREÇ: GÖZLEM YAPARAK GÖRSEL ZEKAYI GELİŞTİRMEK
3.SÜREÇ: HAYAL KURMAK
İLHAM PERİSİNİN GELİŞİ
YARATICILIKTA BAŞARISIZLIK
TEKNOLOJİNİN YARATICILIĞA ETKİSİ
GENÇLERE YARATICILIKLARINI GELİŞTİRMELERİ İÇİN ÖNERİLER
SİZİ ETKİLEYEN YARATICILAR, YARATICILIK İŞLERİNDEN ÖRNEKLER
YARATICILIK
ALPER ALMELEK: Yaratıcılığı nasıl tanımlıyorsunuz?
MEHMET AKSOY: Bence bu zor bir iş. Ve kişiden kişiye de değişir. Aslında bir bakış meselesi. Bir gerçekliğin hayatın o kişiye göre sunumu. Sunum derken tabi görünen şeyler göründüğü gibi değildir. Her şey başka bir gerçekliktir, onu gösterebilmektir. Yaratıcılık odur. Yani şöyle düşünelim. Bir tarla görüyorsunuz. Çiçekler var yapraklar var. ‘A ne güzel diyorsun’. Sonra bir bakıyorsun onun altında patates var. Yaratıcılık böyle bir şey. Onun altındaki patatesi gösterebileceksin.
ALPER ALMELEK: Olan bir şeye bakıp onun içinden yeni bir şey yaratmak.
MEHMET AKSOY: Yeni bir şey değil. Asıl sakladığı şeyi ortaya çıkarmak. Perdelediği şeyi.
ALPER ALMELEK: Olan bir şeyin altından saklı olan bir şeyi çıkarmak.
MEHMET AKSOY: Evet. Ve de bunu yaparken de metafor kullanmak gerekebilir. Çünkü insanlardaki algılama yüzdesini çoğaltmak gerekiyor. Sanatçı bunu yapıyor. Sanat bunu yapar aslında. O algılama yüzdesi çoğalır. Ve farklı bir yerden bakmaya başlarsınız. Sanat eseri neye yarar dersen işte buna yarar. Bir gerçeği kavramada farklı bir düzeyde, farklı derinlikte ve daha zengin şekilde anlamaya başlıyorsunuz hayatı. Daha derinlemesine ve görünmeyeni de göstermek meselesidir.
ALPER ALMELEK: Peki yeni olması gerekir mi?
MEHMET AKSOY: Zaten bir şey yaratıyorsan ve sen yaratıyorsan ille de yenidir. Ben şimdi 2019’da yaşıyorum. Günümü yansıtmak durumundayım, yaşıyorum çünkü. Bugün benim günüm. Kullandığım eşyalara bakın, oturduğum eve bakın. Formlar dünyasında oturuyoruz ve formlar dünyasında yaşıyoruz aslında. İşte şimdi meseleye öyle bakıyorum. Michelangelo’yu da iyi tanırım, Asur’u da tanırım, Hint Heykelini de tanırım. Onların heykel anlayış zevkini, formunu biliyorum. Ama kendime ait bir form duygum var. Tüm bu hayat bu form duygusunu, içeriklerini hayatın içeriğini yansıtırken, kavrarken o form halinde veriyorsunuz. Yani o içerik form ilişkisi benim için en önemli şeydir. Her içeriğin bir formu olmalıdır. Ve bu form bana göre olmalıdır. Bana göre olunca yenidir. Yenilik için yenilik yapılmaz. Şu an dünyamızda bu yapılıyor bol bol. Yani tutuyor olmadık kahve telvesinden resim yapıyor yeni oluyor. Ama resim anlayışı, kompozisyon hiç önemli değil. O materyali kullandığı için yeni oluyor. Ya da bir sergiye helikopterler heykel getiriyor. Sansasyon bilmem ne yeni oluyor. Bunlar yenilik falan değil. Bunlar sansasyonel şaşırtmaca. Yeni ile şaşırtmaca arasında çok büyük fark vardır. Yeni gerçekten yenidir. Bir insan gibidir. Farklıdır, kişiliktir. Kişiliği yansıtırsa zaten ille de yeni olur. Bana göre diyorsun çünkü. Benim gibi diyorsun. Benim de kuralım bu. Şunu söylerim her zaman tek gibi ben gibidir. Başkası gibi olmayan. Gibi olunca sanat olmaz. Yenilik hiç olmaz. Gibi yoktur. Tek gibi ben gibidir. Bu çok önemli bir şeydir.
BİR ESERİN YARATICILIĞININ ANLAŞILMASI
ALPER ALMELEK: Bir sanat eserinin yaratıcı olduğuna nasıl karar verirsiniz? Julian Barnes 21. Yüzyılda bir eleştirmen Gözünü Açık Tutmak isimli bir kitabı var. Kitapta bir yaratıcı esere baktığımızda birtakım soruları kendimize sorarız diyor; Eser bizim kalbimizi titretti mi, bizi düşüncelere sevk etti mi, hayal etmemizi sağladı mı, heycanlandırdı mı bizi? Hatta biz o eserde bir hüner yetenek gördük mü? Yapan kişiye karşı hayranlık duyduk mu? Bunlara katılıyor musunuz?
MEHMET AKSOY: Yüzde yüz katılıyorum. Eksik de yani. Küçümsemek anlamında eksik değil tabi. Bana göre biraz daha farklı. Demin anlattığım şeyler aslında. Baktığınızda üstü örtülmüş bir gerçeği size tekrar gösterecek, Dünya’yı kavramada daha zengin bakacaksınız. Böyle iş adamları geliyor zengin diyorlar ki ‘Benim heykelimi yap. Parası kaç para falan’ diyorlar. Değerler para. Maddi değerler olunca farklı oluyor. Diyorum bu tür başka bir tür çok zengin olabilirsiniz ama. Sanatın yaptığı işlev bu. Onun için siz bana geliyorsunuz. Sizin bir yerinizi ben tamamlıyorum. Zenginlik başlıyor. Zenginlik ruhsal kavramsal zenginliktir. Dünyayı kavramada, dünyayı yaşamada zengin olmak. O zaman ne oluyor? Siz bir yaprağa bakarken başka şeyler düşünebiliyorsunuz. Bu çok önemli bir şey. Sanatçı bunu yapar, dünyamızı zenginleştirir. Ruhsal dünyamızı zenginleştirir, varyasyonları çoğaltır. Tekrar görüp alışkanlık haline gelmiş aşinalık olmuş her şey aynı gibi dediğinde, o yoo hayır her şey aynı değil, burada böyle bir şey var diyebiliyor. Sanatçı bu. Onun için bunun tersi bence hiçbir zaman sanat değildir. Bugün günümüzde sanat orada yetenekten, el işçiliğinden, ustalıktan bahsediyor. Bunların hiçbiri şu an kabulümüz değil, sanat bunların hepsini inkar ediyor. Yeteneği inkar ediyor, düşünmenin kafi geldiğini düşünüyorlar. Düşünmek yeterlidir. İşte ben bunu düşündüm, eli yatkın bir adama heykel yaptırırım, duvara koyarım, performans olur. Yok ya. Bienallerde bol bol görüyorsunuz. Bu şimdi içerik-biçim ilişkisi dedim ya sanat tamamıyla böyle bir şeydir. Bir içeriğe biçim verirken nasıl vereceksin? Kendine göre nasıl vereceksin? Benim kavramam bu, benim anlayışım bu, benim duygum bu. Ben sana şu mesajı iletmek istiyorum bu duygumla. Ve sen o içeriği anlarken kendine göre anlayacağın için, o içerik seninle bir daha zenginleşiyor. Nasıl sanat çok anlamlı diyoruz ya bundan dolayı. Kişilerde kabul görüyor ve kendilerine göre anladıkları için içerik genişliyor, güzelleşiyor, zenginleşiyor.
YARATICI BİR KİŞİNİN PROFİL ÖZELLİKLERİ
ALPER ALMELEK: Sizce yaratıcı bir kişinin profili nasıl olmalıdır? Sahip olduğu özellikler neler olmalı yaratıcı olabilmesi için? Mesela sebat derler bazen…
MEHMET AKSOY: Bu soru biraz iki tarafa da çekilebilir. Ben bildiğim gibi yapacağım. Yaratıcılık bir genlerle akan bir şey. Her insanda heykel duygusu-formu yoktur. Vardır da benimki kadar değildir mesela. Sizdeki müzik duygusu bende de vardır ama sizde daha çoktur. Şimdi bu bazılarına da öyle veriliyor ki nasip diyorlar İslam’da buna. Kısmetine bol kepçe gelmiş mesela o yetenekli oluyor. Mozart çıkıyor ve beş yaşında başlıyor beste yapmaya. Şimdi bu bir yetenek. Yetenek yaratıcılığın altındaki şey. O olmazsa hiçbir şey olmaz. Yetenekli kişi meraklı kişidir. Her şeyi merak eder. Çünkü o yetenek onu dürter iç dürtülerle. Ben lisede hatırlıyorum kendimi. Bir bakıyordum mesela taş evler çoktur Antakya’da. Oturmuş iki taşçı taş yontuyorlar, binaya koymak için. Ben her seferinde giderdim onların önünde dururdum. O taşın kokusu çok hoşuma giderdi; çalışmanın ritmi, çekiç sesleri, tarak sesi… Niye hoşuma gittiğini bilmezdim. İçgüdüsel merak ediyorsun. Mesela harabeye giderim. En dikkatimi çeken şeyler kemerler olur. Kilittaşını falan bilmezdim ama çok merak ederdim. Buradan giderek bakıyorum ben de statik duygusu var, yontma duygusu var. Sonra geldim akademide belki ondan on sene sonra belki. Çalışıyorum bir taş buldum. Bir tane usta vardı, bize öğretiyordu. Bana dedi ki ‘Sen önce çalışmışsın.’ ‘ Ne çalışması, ilk defa çalışıyorum işte’ dedim. ‘Yok sen ne biçim vuruyorsun taşa’ dedi. Seyretmiş beni. İçimizde bir şey var. Yani daha önce elimiz kolumuz gözümüz eğitimli. Genlerle taşınmış bir şey var. Kromozomlar öyle bir dizilmiş ki vücudumuzda belli şeylere duyarlıyız, açığız. Çakralar orada açık. Bir bakıyorum ben çoğu zaman şöyle oluyor yaratıcılık sürecinde, bu süreçleri bazen yaparken bir anda beni birisi yöneltiyor yani diyorum. Buraya vur, buraya vurma, oldu, olmadı. İçimde bir ses konuşup duruyor. Biz o sesi ne kadar çok duyarsak o kadar iyidir aslında. İlk önce takmazdım ben o sesi. Sonra içimde olmadı gibi bir şey var. Üşengeçlikten, tembellikten onu yapmazsın. Ama iç sesimi dinlemeye başladığın zaman bitmiş heykeli kırarsın, yeniden yaparsın. İç ses oldu olmadıyı belirliyor. Ben de o duygu çok yüksektir, hep ona dikkat ederim. Gelişti aramızdaki bu konuşma, çoğaldı, güzelleşti. Ben o sesi çok iyi duyuyorum kulağım açık. Onu duyunca anında değiştiririm, haklı dersin. İkinci bir kişilik varmış gibi seni yönlendiren, yöneten. İşte o bence genler konuşamayan; ama var olan seni yöneltiyor. Yetenek dedik yaratıcılık süreçleri var. Yetenek olmazsa olmuyor. Birisinin konuşma yeteneği var, matematik yeteneği var, duygusal yeteneği var. Bizim de mesela form verme yeteneği. Üç boyutlu mekan anlayışı. Kişiyi nereye koyarsan ne olur. Mekan meselesi çok önemlidir heykelde. İlk önce bir içerik var ona biçim vermek. Boyutsuz yaparsın önce. Ama bir yere yapmak istiyorsan içeriğin içine o yerde katılır. Mekan katılıyor içeriğin içine. Boyutunu, kompozisyonu belirtiyor. Orada dikey dikey şeyler varsa sende dikey bir şey yapamazsın. Güzel olmaz, kaybolur gider. Yetenek işte bütün bunlar. Düşünürsün bütün bunlar seninle konuşur. İlk önce yaratma süreçleri bundan heykel olur mu olmaz mı deyip ne heykel olur diye bakıyoruz biz. Bir durum, bir olay. Bu heykel bunun heykeli yapılmalı diyorsun. Ve günümüze de oturtabiliyorsun. Günümüzde de oluyor bu olaylar 2019’da oluyor. Bunun özellikleri ne, nasıl yapılıyor? Bütün bunlarla başlıyor yaratıcılık. Yetenek de var altta zaten. El işçiliği, ustalık, maarifet bunlar da var. Mekan duygusu, nereye ne konulacak bunlar da var. Materyal bilgisi var. Materyal bilmezsen yontamazsın. Materyalin tüm özelliklerini bilip onu ortaya çıkaracak şekilde yontulacak. Ve her içeriğe uygun materyal kullanman gerekiyor. Bizim işimiz zor. Bir ressamın iki boyutlu tuvale çizdiği hikaye değil. İlk üç boyutlu, etrafına duvar örüyorsun. Binlerce desen var, materyal var, onu yontmak için alet edavat var. Bir sürü farklı.
ALPER ALMELEK: O zaman yaratıcı kişinin disiplinli olması diyebilir miyiz?
MEHMET AKSOY: Disiplin şöyle bir şey. İş yerindeki disiplin gibi değil bizim disiplinimiz. Çok farklı. Bizde bir kere çalışmak önemlidir tabiki de. Çalışmazsan hava alırsın. O da doğru bir şey. Disiplin demek bizde konsantrasyon demek. Eğer konsantre değilsen bir konuya disiplinli falan olamazsın, istediğin kadar çalış.
ALPER ALMELEK: Şeyi hatırladım. Zweig bahseder anılarında. Auguste Rodin’in ziyaretine gitmiş atölyesinde. Zweig çok ünlüymüş o sıralarda o yüzden onu kabul ettiği zaman ikisi de çok heyecanlıymış tanıştıkları için. O sohbet sırasında bir anda Rodin bir heykeline bakıyor. Orada bir terslik hissediyor. Bir anda Zweig’i tamamen unutup heykeliyle çalışmaya başlıyor. Zweig zaten şok içinde. Unuttu adamı. Ama Zweig da o kadar hayran ki adama. Hiç ses etmiyor, ellemiyor. Kırk beş dakika adam eserinde çalışıyor. Zweig’i komple unutmuş. Sonra tamam diyor oldu bu. Zweig’a dönüp bakıyor siz burada mıydınız diye?
MEHMET AKSOY: Konsatrasyon meselesi şöyle bir şey. Bir konu kafanızda var bunun heykelini yapıyorsunuz. Biz şimdi çalışmıyor gibi de görünebiliriz. Benim şimdi kafamda bir şey varsa en ufak bir ipucundan tak oraya dönerim. Siz farkına varmazsınız tabi. Ben hemen oraya dönerim, orada başlar bir şeyler düşünürüm. Orada ışıklar gelir gider. Gece uyurken rüyanda tak başlarsın birden heykele. Ya da bir durum bir şey sana onu hatırlatır heykeli yapmaya başlarsın. Rüyasını görmeye başlarsın. Yani konsantrasyon yüksek olduğu zaman artık yirmi dört saat meşgulsün. Disiplin bu konsantrasyon var mı yok mu ona bakarım ben. Adam çalışmıyor gibi oturup müzik dinliyordur hiç önemli değil. Ben de şimdi boktan boktan dizileri izliyorum. Ona ihtiyacım olduğunu hissediyorum. Kafa bunlarla hep yoruluyor diyorum biraz da başka şeylere çalışayım. O sırada yine de bakıyorsun bir dürtü oluyor. Bir anda çizime alıyorsun ona baktığın anda dinlenmiş kafayla üç saat önce görmediğin şeyleri görmeye başlıyorsun. Yine iç ses konuşmaya başlıyor, düzeltmeler oluyor. Sanatçı bitti demeden bir şeyler bitmez zaten. Bittikten sonra baktın için rahat edecek oh oldu diyeceksin, içerik form boyut iyi şekilde buluştu, bana ait bir şey oldu, burada şöyle bir metafor çıktı bunları düşünüyorsun ve kabul ediyorsun. Sonuçta konsantrasyondur ve konsantre olamadığın zaman hiçbir disiplin falan olmaz. O önemli bence yaratıcı sürecinde. Bizi yönlendiren konsantrasyonun yoğunluğudur.
AİLENİN YARATICILIKTAKİ ROLÜ VE KATKISI
ALPER ALMELEK: Sizin çocukluğunuzda aileniz bu alana girmeniz için destek oldular mı?
MEHMET AKSOY: Ne olsunlar annem okuma yazma bilmez, babam zabıt katibi memur. Onlar ben okuyayım da acele bir para kazanayım kendimi kurtarayım diye bakıyorlar. Sanat falan ben resmi, kağıdı ilkokulda birinci sınıfta gördüm. Bizde öyle şeyler alınmazdı fakirlik vardı. Böyle bir şey yok yani. Ben bahçe bayır dolaşıyordum. Onun da çok faydalarını gördüm. Şehirdeki apartman çocukları gibi yaşamadık. Ben hayatı böyle birebir yaşamışımdır. Her şeyi dalından koparıp ağaca çıkıp yedik, balık tuttum falan. Birebir doğayla iç içe yaşamışım. Doğanın gücünü biliyorum, kendime güvenim var mesela. Bir yere gittiğimde telaşlanmıyorum mesela kaybolacağım diye. Rahatlık oluyor. O da doğa ile tanışmak. Bir fidan nasıl dikilir bunların hepsini bilirim. Eğitimin çok önemli olduğunu söyleyeceğim.
USTA-ÇIRAK İLİŞKİSİNİN YARATICILIKTAKİ ÖNEMİ
ALPER ALMELEK: Usta çırak ilişkiniz oldu mu? Buna inanıyor musunuz? Ustanız olduysa hangi yaşında karşılaştınız? Kimdi?
MEHMET AKSOY: Benim ilkokulda bir hocam vardı. Nazmiye öğretmen. Köy Enstitüleri’nden mezun olmuş, o zaman ki idealizmi taşıyor, çocuklarla ilgileniyor. Ve yetenek avcısı gibi aynı zamanda. Benim ilk yaptığım resim, bizi dışarıya çıkardı resim yapın dedi, elimde kara kalem var. Boya falan yok öyle şeyler. Resim yapmayı da bilmiyoruz. En bildiğim şey serçe, onu da elimizde kuş lastiği var avlıyoruz. Onu çok iyi tanıyorum kanadını, kafasını. Baktım serçe yaptım. Kanadı var, tüyü var ışığı var. Benim için normal yapıyorum. Ve kadın şöyle baktı gözleri açık ‘Bunu sen mi yaptın?’ dedi. ‘Evet hocam ben yaptım’ dedim. Bir kucaklar beni kadın iki tur attırdı. İnanılmaz bir şey dedi. Hızını alamadı, aldı beni öteki sınıfları götürdü. Bakın şimdi kaç sene geçmiş ben bu olayı hatırlıyorum. Öğretmenin bir şeyi keşfetmesi ne kadar önemli. Ve onun oradaki coşkusu. Ben bir şey yaptım, ben de bir şey var duygusuna kapılıyorsun. Kendinize güven geliyor ve kendinizle tanışıyorsunuz, kendi yeteneğinizle. Eğitim seferberliği bugün diyoruz eleştiriyoruz. Tüm bunlar çok doğru şeyler. Buradan sonra ben lisedeyken falan devamlı akademiden bahsetti. Senin akademiye girmen gerekir dedi. Babama geldi anneme geldi konuştu. Bu çocuk çok yetenekli bunu muhakkak gönderin dedi. Beni öğretmen okuluna göndereceklerdi. Derslerim de iyiydi. Sınıfa müfettiş geldiği zaman elim hep havadaydı. Kadını korumak istiyorsun hep. Sonuç olarak liseyi bitirip akademiye geldim. Akademide de bir yetenek avcısı ile karşılaştım. Ressam olmak istiyorum. Heykel de yazdım. Başka hiçbirinin sınavına girmedim. Hukuk sınavında sınava girdim kaçtım. Hayal görüyordum o sırada geldi asistan alırım kağıdı elinden dedi. Ben de al dedim. O tuttu ben de gittim. O sırada rüyamda avukat olmuşum bir bürom var kitaplar var onu görüyorum. Bütün bunları sınavda görüyorum orada ve hiç gitmek istemiyorum. Sınavdaki sorular da kolayıma gidiyor. Yapabileceğim sorulardı hepsini biliyordum. Çıktım gittim. İkisini de kazandım. (Resim, heykel). Haftada bir resim dersleri var. Haftada bir gün de modlaj dersi var, heykel yaptırıyorlar. O derste de elin ne kadar heykele yatkın ona bakıyorlar. Gittim bir modlaj dersine. Hoca bana bir Venüs başı ve çamur verdi. Bunu yapın dedi ve çıktı. Ben bir başladım üç saatte Venüs başını bitirdim. Ben de şaşırdım. Ertesi hafta geldiğimde başında uzun boylu artist bir adam. Meğer o bizim Şadi Hocaymış. ‘Bunu sen mi yaptın?’ dedi. ‘Evet hocam,’dedim. ‘Ne olmak istiyorsun?’ dedi. Ressam olmak istiyorum dedim. Heykeli düşünmez misin hiç dedi. Yok hocam dedim. ‘Ya oğlum sen çok yeteneklisin, heykel yapmak için doğmuşsun sen dedi. Bunu üç saatte nasıl yaptın? Bunu ben yapamam’dedi. ‘Yok hocam ben ressam olmak istiyorum,’ dedim. Bu adam benimle bir ay uğraştı. O da başka bir avcı. Beni hissetti, heykele bir yeteneğim var. Kütüphaneye götürdü, model gösterdi. Sınıfa soktu, öteki arkadaşlarla tanıştırdı, motive etti. Bir ay sonra tamam hocam heykeli seçiyorum dedim. ‘Oh be nihayet ya,’ dedi. Bak şimdi nereden nereye. Ondan çok şey öğrendim hocalık gibi. Onun heykelinden bir şey öğrendiğimi söyleyemem. Güzel heykelleri var, en sonunda minimal sanata kadar gelmişti. Kendi eli çok düzgündü. Beni kendimle bıraktığı hocalığı çok iyiydi. Bana Mısır Heykelini anlattı, başka heykelleri anlattı, heykelde ne önemlidir anlattı. Mesela kütle-detay ilişkisi çok önemlidir. Detay kütlenin önüne, bütünün önüne geçmemelidir. Mısırlılar bloğun üstüne yazı yazıyorlar falan bunların hepsini çok iyi anlattı bize. Kafamda çok iyi kalmıştı kütle-detay ilişkisi orada. Yaparken hep hatırlatırım. Çünkü biz Türkler olarak, Akdenizliler olarak detaycıyızdır. Detaya çok önem veririz. Bir kız yaparsan kirpiğinden başlarsın ya da dudaklarından. Böyle komik bir şeyler var. Onu önemli çıkarır, bütünü kaçırırsın. Onu öğretti mesela. Soyutlamayı, ayıklamayı öğrendim. Ama bir ustam yok. Zaten yurtdışına çıktım bitirdikten sonra. Orada da bir ustam olmadı. Benim ustam aslında Mısırlı heykeltraşlar, Michelangelo diyebilirim. Rodin’den de bir şeyler almışımdır yüzde yüz. Çünkü onun modlajını çok beğenirim, taşlarını beğenmem. Taşları o kadar Dünya çapında değildir. Michelangelo’nun üstüne çıkamaz hiçbir zaman. Hep altında kalmıştır. Zaten ona çok özeniyordu besbelli. Ama Michelangelo ne derler benim tipim derler ya öyle adam. Hem yaşama bakışı açısından. Kızgınlıkları, davranış biçimleri falan çok hoşuma gidiyor. Çok içselleştiriyorum onu. Oradan neler anladım? Böyle olduğunu bilmiyordum tabi. İşte gittim Floransa’ya. Müzede bir merdivenin sağında Pieta’larından birini koymuşlar. O da benim çok beğendiklerimden. Taşla çalışıyorum o ara taşa başlamıştım. Heykele baktım, arkasında boşluk var. Arkada uç izleri duruyor, zımpara izleri falan. Nerede yorulmuş, nerede hızlı çalışmış, nerede hırslanmış hepsini görüyorsun, okuyorsun adamın yorgunluğunu. Ben orada bir saat falan durdum. Sonra başladım büyülenmeye, kaldım orada. Adamı hissettim orada. Tekrar dışarı çıktım ve heykeli başka türlü görmeye başladım. Sonra okuyunca edince Michelangelo’yu çok iyi anlamaya başladım. Hakkında bir sürü insan konuşur. Ama ben konuşursam benim yorumum farklıdır. Esirler Heykeli’ni neden bitirmediğini biliyorum. İspatı nedir diye sorabilirler. Ama benim için çok basit bir şey. Onu o kadar iyi anlıyorum ki. Ona o heykeli ısmarlayan adamın yerine koymak istemediğini çok iyi biliyorum. Çünkü öyle heykeller yapıyor ki. Adam bir bahçe süsü gibi yaptırmış. Bahçede kapalı bir sular akıyor, mekansız dört köşeli eserleri yaptırıyor. Adam bunu bitiremez herhalde. Niye bitiremedi? Yarı yontudan çok hoşlandı atıp tutuyorlar. Sanat tarihçileri masal yazıyorlar. Halbuki çok basit nedeni oraya koymak istemedi kardeşim. O çünkü o heykel oraya olmazdı. Oyaladı oyaladı bitirmedi o heykeli ölene kadar. Bu ne demek biliyor musun? Heykele saygı. Zaten Michelangelo kadar heykele ve taşa saygılı insan yok. Michelangelo’nun bu tutkusu şöyle anlatılabilir. Ölümünden iki-üç saat önce saat gece on ikide kalkıyor. Pieta var. Bir kolu var. Meryem’i çarmıha indiriyorlar. Bakıyorsun adamın iç sesi konuşmuş. Kolu dururken kolu kesip kopartıyor. Omuzdan tekrardan kol çıkarıyor. Sonra yatıyor ve ölüyor.
ALPER ALMELEK: Eserinde son bir değişiklik yapıp ölüyor.
MEHMET AKSOY: Büyük bir değişiklik yapıyor. Kolu koparıyor. Bitmiş heykelin kolunu koparıyor.
ALPER ALMELEK: Bu bir teslimiyet gibi bir şey mi?
MEHMET AKSOY: Tabi. Orada kol aşağıya düşüyor. Onu çok iyi anlıyorsun zaten. Öyle de görüyorsun. Kadının omzundan boşlukta bir kol duruyor görüyorsun. Pietta Rondilini olması lazım. Çok önemli bir şey bu. Michelangelo’nun son hikayesi bu. Bu müthiş bir saygı ve sonuna kadar en iyisini yapma. Biz bunu ararız.
ALPER ALMELEK: Belki de öleceğini biliyordu.
MEHMET AKSOY: Olabilir. Ama bunu yapma ihtiyacıyla kalkıyor. Ona o enerjiyi veriyor. Ölecek yatakta ama adama güç geliyor. Doksan altı yaşında ölüyor. Orada hangi enerji ile hangi hayallerle geliyorsun. Ayağa kalkıp o enerjiyi nasıl buluyorsun? Bunu bilim araştırsın. Bu enteresan bir şey, bu bir güç.
ALPER ALMELEK: Bir özellikten daha bahsetmiş oldun. Yaratıcının böyle güçlü bir enerjisi olduğunu söylüyorsunuz. Bu da bir profil özelliği. Yaratıcıda akan güçlü bir enerji var. Onu o eseri yapmaya iten, ölüm döşeğinden bile kaldırıp eserinin üzerinde çalışmaya iten bir güç var.
MEHMET AKSOY: İşte bu. Buna bir profil özelliği diyebiliriz tabiki de. Bu ne biliyor musunuz? Yaratma isteğinin verdiği güç. O yetenek de aynı zamanda. Yaratma isteği herkeste olmuyor. Farkında değil bile. Arkasında bir yetenek var. O size güç veriyor. Düşünüyorum ben şimdi seksen yaşındayım. Hayatımda on bin ton taşımışım. On bin ton ne demek siz biliyor musunuz?
ALPER ALMELEK: Hayatınız boyunca kaç heykel yaptınız?
MEHMET AKSOY: 200 falan yapmışımdır. Şimdi ben şunu düşünüyorum. Ben bu dünyaya bu taş hammallığı için mi geldim? (Gülüşmeler)
ALPER ALMELEK: Farklı bir hamallık aslında. Estetik hamallık.
MEHMET AKSOY: Tabii şimdi annem bunu fark etmiş. Bir gün beni seyrediyor. 90 yaşındaydı. ‘Oğlum ne anlıyorsun bu taşlara vura vura. Ne anlıyorsun böyle? Ömrün gitti,’ dedi. Bu dışarıdan böyle görünüyor. Ama ben de diyorum ki bunu yapmazsam ölürüm. Bu beni öldürmez. Tersine beni yaşatan bu, bana güç veren bu.
ALPER ALMELEK: Kendi bahçesinde kendi vinci olan heykeltraş çok var mıdır?
MEHMET AKSOY: Yok canım nerede…
YARATICILIĞIN HAZIRLIK SÜREÇLERİ
1.SÜREÇ: RUHUN HAZIRLANMASI
ALPER ALMELEK: Derste Yaratıcılığı işlerken üç hazırlık sürecinden bahsediyorum. Tabi bunlar arka arkaya gelmek zorunda değil. İç içe de olabilir. Ama insanlar yaratıcı olmak için üç aşamadan geçiyorlar. Bunlardan bir tanesi ruhumuzu hazırlamak. İkincisi gözlem yapıyoruz ve üçüncüsü hayal kuruyoruz. Öğrencilerime egzersiz yaptırıyorum. Kendinizi huzurlu hissettiğiniz bir yere gidin ve kendi kendinize kalın düşünceler gelsin. Hatta küçük bir yansıma yazmalarını istiyorum. Kompozisyon yazmalarını istiyorum ben niye burayı seçtim ruhum huzura kavuşsun diye. Bunları tek tek size sormak istiyorum. Siz bu düşünceye katılıyor musunuz? Sizin kendinizi huzurlu hissettiğiniz, gittiğinizde mutlu hissettiğiniz bir yer var mı? Eviniz olabilir, atölyeniz olabilir, Belgrad Ormanı ya da Taksim olabilir ya da bir bank herhangi bir yer? Siz bu ruhu arındırmaya inanıyor musunuz, iyi olduğunu düşünüyor musunuz?
MEHMET AKSOY: Aslında bence yaratıcılık ve ruhu arındırma çok bağdaşmıyor bence. Başka şeyler olabilir. Bence ruhu arındırmanın yaratıcılıkla ilgisi yok ille de. Meditasyon da bir ruh arındırmadır. Ya da kendi kendine kalma, kendini dinleme. Yaratıcılık sanat farklı bir şey. Burada kendini veriyorsun. Çok da kızabilirsin. Yaratıcılık süreçlerinde insan bunalıma da girebilir. Arayışlar içerisindesin yapıldı mı yapılmadı mı diye. O gerilimi yaşıyorsun. Gece rüyana o yüzden giriyor. Bu bir konsantrasyon ve buradaki o bunalım gibi çok büyük bir savaş var içeride yaratım sürecinde. Çok huzurla ilgisi yok. Ama huzur bulmak tabi ki var. Bu da en iyi şekilde doğada bulunur. Niye bütün şehir şu anda pikniğe çıkıyor. Doğaya kaçmak için. Yeşil, huzur bilmem ne. Öyle bir kültürleri de olmadığı için burada bağırıyorlar, çağırıyorlar, müzik açıyorlar. Huzur bulamadan geri gidiyorlar. Ama çaba ihtiyaç doğru, kültür yok. Bu asrımızın problemi. İnsan doğa ilişkisinin bozulması bu yüzyılın problemi. Huzursuzluk buradan geliyor. Mekansızlık… Bütün büyükşehirlerde evlere bak 72-80’dir tavan yüksekliği. Çünkü çok katlıdır. Ranttan dolayı mekanlar böyledir. Burada oturduğun zaman bu ev seni basmaz. Doğayla iç içesindir, iç-dış ilişkisinde camları yaptık böyle. Ha içeridesin ha dışarıda. Yağmur yağıyor üzerime yağıyor gibi, kar yağıyor üzerime yağıyor gibi. Doğanın parçası olduğumuzu unuttuk. Huzursuzluk oradan geliyor. Benim mesela temel baş konum bu. İnsan doğa ilişkisi bozuldu. Onun için şaman heykelleri yapıyorum, onun için Toprak Ana heykelleri yapıyorum. Bütün bunlar asıl günümüzün baş çelişkisi. Doğa insan bozuldu, biz doğaya düşman olduk. Başka düşmana ihtiyaç yok, biz kendimiz yapıyoruz. Bundan korkuyorum. Ve insanlar da korksun istiyorum. Gerçekten korkun, biraz kendimize gelelim. Durmadan ağacın altına gidiyorsun, denize giriyorsun. Neden gidiyorsun? Bir huzursuzluk var, stres var. Bu şehirlerin huzursuzluğu, trafiğe nasıl yansıyor. Gidiyorsun geliyorsun nasıl bir insan oluyorsun. Bir de buraya geliyorsun. Ben geldiğimde bir saat kendime gelemiyorum. Ve tabi her türlü hastalık olur. Psikopatlarımız nasıl çoğaldı. İnsani durumlar azalıyor. Sanat insani durumlar yaratır. Bizim işimiz bu. Bir şeyin başka insani tarafını gösterip, birleştirmek, sevdirmek. İnsani durumlar olduğu zaman benim gözlerim yaşarıyor mesela. Mesela bir dizide baba çocuk ilişkisi oluyor. Birisine iyilik yapıyor, hemen gözlerim doluyor. O kadar ihtiyaç olmuş. Bu insani ihtiyaç ve onun eksikliği. Hoyrat makineleşme giderek artıyor bu şehirlerde. Alttaki komşunla merhabalaşmadan gidiyorsun. Böyle şey mi olur ya? Bütün bunlar işte insan-doğa ilişkisi bozulduğu için insani durumlar yok. Sanat bunu yaratır ama. Bir şey oldu mesela sanatçı olaylarda ayrıştırıcı tarafını kullanmamalı. Mesela derler Ermenilerle Türklerle düşman vesaire. Peki biz ne yapacağız? Ben tarihçi değilim, döküman değilim. Tabi şuna kızarım birisi haksızca öldürüldüyse. Onun için ben inceliyorum bakıyorum. Orada bir tane tutmuş Ermeni komşu köyün basılacağını duyuyor kızına bizi basacaklar saklanın diyor. Mesela bu bir olay. Ya da tersi. Orada bir şeyler oluyor bilmem ne. İkisi de temel ideojilerin güçlerine karşı insani durumlar yaratıyorlar. Bir kız bir erkeğe aşık oluyor, bir sürü olaylar yaratıyorlar. Sarı Kız Türküsü ne oluyor Erzurum’da, ki şövanist milliyetçi bir yerdir. Ama Erzurumluları bile adam etmiştir bir türkü. İnsani durumlar yaratır derken bundan bahsediyorum. Savaş karşıtı olma, insan gibi olma, insan gibi yaşama duygularımızı geliştirir sanat.
ALPER ALMELEK: Sanatçıların kimi zaman kendi ritüelleri vardır. Hem mekansal olabilir, hem zamansal olabilir. Örneğin Maupassant on bir yıl boyunca sabah yedi öğlen on iki arası beş saat yazı yazmış. Onikiden sonra kendini bırakır, ertesi sabah yediye kadar yazmazmış. Onun ritüeli oymuş. Sizin ritüeliniz var mı? Günün belirli saatinde çalışınca kendinizi daha verimli hissediyor musunuz? Ya da belirli mekanlarınız var mı?
MEHMET AKSOY: Ben de hiç öyle şeyler olmaz. Ben çok disiplinliyim ama kimse fark etmez. Ben boş durmuyorum hiç yirmi dört saat heykelle uğraşıyorum. Zamanı yok. Memur sanatçılık olmaz. 5-9 arası gibi. Bazen geceleri yatamıyorum sabah beşte kalkıyorum atölyede muazzam çalışıyorum. Bazen de on bire on ikiye kadar kahvaltı etmeden taşın başında duruyorum. Ben niye bu evde oturuyorum? Çalışmayla hayat iç içe olsun, kaynasın. Sabah kalkar kalkmaz yüzümü yıkamaya giderken heykel görüyorum. Konsantrasyonla ilintili olduğunu düşünüyorum yani. Konstre olmazsan istediğin kadar disiplinli ol, beş ile altı arası çalış komik geliyor. Öyle şeyler yok.
2.SÜREÇ: GÖZLEM YAPARAK GÖRSEL ZEKAYI GELİŞTİRMEK
ALPER ALMELEK: Yaratıcının sahip olması gereken bir başka konu gözlem yapmak. Siz sanatçı adayına gözlemini geliştirmesi için ne önerirsiniz?
MEHMET AKSOY: Çok önemli bir şey. Biz dedik ya hani başında görünmeyen gerçeğin üstündeki perdeleri atıp çıplak halde onu göstermek istiyoruz. Görünenin arkasındaki görünmeyeni göstermeye çalışıyoruz diyoruz ya bu onun gibi. Konu ne mesela. Kybele diyelim. Ne zaman çıkmış, neden çıkmış, toplumsal ilişkiler neymiş, insanlar neye inanıyormuş, hangi fonksiyon olmuş, insanları nasıl etkilemiş, bunun arkasında bir ideoloji var mı yok mu? Bütün bunları araştıracaksın. Ve bu nasıl form bulmuş onu araştıracaksın. Bundan şunu öğrendik Kebire Sümerliler zamanındaydı, Hititlere geçti böyle oldu, Frigden sonra Yunan’a geçti Artemis’e dönüştü. Sonra Meryem Ana’ya dönüştü. Baba erkil aileye geçince nasıl değişti. Zeus çıktı; Çoktanrılı dinler bütün değerler altüst oldu. Bütün Anadolu ve Yunan Mitolojilerine bakın orada o kesin ayrımı göreceksiniz. Anaerkil aile yapısının anlatılarıyla babaerkil anlatıları arasında kilometrelerce fark var. Ve insani olan bu taraf. Zeus böyle fitne fesat onu kandırıyor, bilmem ne yapıyor. Kendilerini kandırıyorlar, savaşlar çıkarıyorlar. Trio Savaşı’nı onlar çıkardı.
ALPER ALMELEK: O zaman diyorsunuz ki üzerinde çalışmak istediği alanda araştırma yapmalıdır farklı perspektiflerden olacak şekilde.
MEHMET AKSOY: Yüzde yüz. Kim ne demiş niye demiş bakması lazım.
ALPER ALMELEK: Bir heykeltraş olarak baktığınız zaman yaşadığınız toplumdaki insanların hareketlerini de çok iyi gözlemlemesi lazım. Çünkü sürekli form yapıyorsunuz.
MEHMET AKSOY: Bu hareketleri okumak gerekiyor bir de. Şu duruş neyi ifade ediyor böyle duruyor? Bu duruş ne anlamı ifade ediyor? Ve gözlemin amacı hayatı anlamaktır. Farklı şeylerden araştırmak hayatı anlamaktır. Biz hayatı kendimize göre anlamazsak hayatı anlayıp içselleştiremezsek onu yorumlayamayız. Sanat tabi yorumdur aslında. Ben böyle düşünüyorum demektir. Bunu yapıyor hayata dair bir şey. Yaşamdan kopuk bir şey değil sanat. İnsana dair bir şeydir. Onun için gözlem olmazsa olmazdır. Bir bilim adamı gibi araştırmak zorundasın. Ben bir Atatürk yapıyorum mesela. Kendime sorular soruyorum: Atatürk kimdir? Nedir? Ne yaptı bu adam? Nasıl oldu? Benim için Atatürk ne? Ben oradan çıktım; Atatürk milli iradenin tek vücutta toplanmış halidir. Bu bir yorum değil mi? Bunun sanatsal ifadesi nasıl olur? Formu nasıl olacak? Bunu dedin söz güzel. Sözün bittiği yerde form başlıyor.
3.SÜREÇ: HAYAL KURMAK
ALPER ALMELEK: Peki bir başka yaratıcının yaptığı da hayal kurmak. Sizin için hayal kurmak ne demektir? Yaratıcı bir adaya hayal kurmasını geliştirmesi için bir şey önerebilir miyiz?
MEHMET AKSOY: Hayal kurmakta birazcık yetenek meselesi. Her şey yeteneğe bağlı gerçekten. Hangi konuda yetenekli o konuda hayallerini kurar. Hayaller çünkü farklı. Her insanın hayali farklı olabilir. Hayata bakışınızla hayalleriniz yan yana gelir. Hayata kötü yönden bakarsan aşağıdan bakarsan öyle şeyler görmeye başlıyorsun. Neye konsantreyiz? Neyi istiyoruz? Neyi bekliyoruz? Beklentimiz nasıl? Hayallerimiz de öyle olmaya başlıyor. Benim hayallerim heykel üstüne. Benim şimdi hayallerim ne olur? Boğaza Fatih Sultan’dan Haliç’e, Mehmet Haliç’e nasıl gemileri indirdiğinin heykelleri yapılır mı? Yapmak isterim. Mesela böyle hayallerim var. Zengin olayım bilmem ne öyle hayallerim hiç yok. Zengin olsan ne alırsın? Malzeme alırım (Gülüşmeler). Hayallerimiz amaca yönelik değişiyor. Benim de kendi hayatıma ve bakış açıma göre hayallerim oluyor. Ama genelde heykel hayalim.
ALPER ALMELEK: Da Vinci der ki defterlerinde: Bir duvara bakın, duvarın üzerinde irili ufaklı bir sürü taş vardır. Bütün konstrasyonunu verin duvara der. Bir süre sonra başlarsınız şekiller üretmeye. Böyle hayal gücünüzü geliştirmek için egzersiz yapabilirsiniz der.
MEHMET AKSOY: Doğru söyler. Da Vinci bu işi biliyor. Gene de o adam neye nasıl bakıyor. Bir adam bakar, adam ekonomist, gözünde paralar dolarlar dönüp duruyor. İşte nasıl bakarsan öyle görürsün. Hayat böyle bir şeydir. Ne görmek istiyorsan öyle görürsün. Biz onları açıyoruz, kırıyoruz. O perdeleri yıkıyoruz. Sanatın güzelliği ulaşılmazı bulmak. Senin gördüğün değil bu diyoruz.
İLHAM PERİSİNİN GELİŞİ
ALPER ALMELEK: Bunların hepsini yapınca bir bakıyorsunuz. Kapı çalıyor ve karşınızda İlham Perisi. Bir başlıyorsunuz yaratmaya. İster gecenin üçünde ister başka bir zaman. Size İlham Perisi geldiğinde ne hissediyorsunuz? İlham Perisi geldiğindeki duygunuz nedir?
MEHMET AKSOY: İlham Perisi’ne çok inanmıyorum aslında (Gülüşmeler). Yarattığım an ise çok büyülü bir an. Bir şey çakıyor böyle bir şey geliyor. Bir anda bir fikir geliyor. O yaratma anı hakikaten büyük bir an. İçinize sevinç, mutluluk çöküyor. Bunu yapma arzusu başlıyor. O sevinç o enerjiyi tetikliyor. Size yapma gücü vermeye başlıyor. İlham Perisi herkese her zaman niye olmuyor? Çünkü ben bir konuya konsantre oluyorum. Mesela şamanların üzerine konsantre oluyorum yapıyorum, yapıyorum. Bir anda bir ışık çakıyor. Hiç bulmadığınız bir yerde bir şey buluyorum, görüyorum bununla bunun arasında. Bir ruh durumu var orada başka ikinci, üçüncü bir ruh. Hiçbir kimsenin aklına gelmeyecek bir şey. Sen bunu nasıl düşünüyorsun böyle diyor mesela. Çok normal, çok basit ya diyorum. Yüzde yüz konsantre olduğum için işe oradaki en ufak konsantreleri kaçırmam. Heykeltraş, yaratıcılık süreçleri tesadüfleri yakalama süreçleridir. Tesadüf yaratacaksın ve yakalayacaksın. Ben şimdi dağa gitsem taş aramaya. Kafamda bir konu var ama. Kafamda çizmişim. Gidiyorum orada taş seçiyorum, sanki o taş beni orada beklemiş gibi. İşte onları bir araya getirdiğimde kafamdaki ortaya çıkıyor.
ALPER ALMELEK: Sokrates der ya ‘Bir heykeltıraş bir taş bloğa baktığı an, taş bloğun içerisinde heykelini görür’.
MEHMET AKSOY: Onu Michalengelo’da söyler.
ALPER ALMELEK: Rodin’in de söylediği bir şey var. Taştan fazlalığı atıyorum der.
MEHMET AKSOY: Evet benzer şeyler. Ben de kabuğunu kırıyorum mesela. Benim bu söylediğim tesadüf değildir ama. Bir hazırlık olmasa tesadüf olmaz.
ALPER ALMELEK: Bu söylediğiniz İngilizcede karşılık gelen bir kelime var, serendipity. Hazırlık yapılmış rastlantı demek.
MEHMET AKSOY: Hazırlıksız rastlantı olmaz zaten. Ben bunu hep söylüyorum. Ve buna çok inanıyorum. İnsanlar birbirini eleştirmesinler. Bu hazırlığın olmasaydı, benimle konuşamazdın, beni bulamazdın. Biz karşılaşmazdık.
ALPER ALMELEK: Benim sizinle tanışmam rastlantıdır. Ben hazırlık yaptığım için sizinle tanışabildim. Böyle bir projeyi başlattığım için.
MEHMET AKSOY: Bu bizim tarif ettiğimiz tesadüf. Yoksa rastgele değil. Onlar olmazsa tesadüfleri yaratırız biz. Onu avlarız, seçeriz. Taş yontarken de bu oluyor. Kaba bir kütleyi dıştan içe doğru yonttuğun için taa o kabuğunu kırıyorsun, etine dokununcaya kadar ki safhalarda eti burada diyor. Daha derine gitme diyor. Sen yontarken bir form çıkıyor, hiç bilmediğin bir form. Mesela şuraya gelmek için taşı yontuyorsun. Burada on tane karar verebilirsin. Burada dur burada yarı burada kaba. Tesadüf oluyor ve her seferinde sana karar verdirtiyor taş. Bunu yontarken arkadan bakıyorsun ben bunu hiç düşünmedim diyebiliyorsun. Orada eğer konsantren yerindeyse, form duygun yerindeyse çıkan tesadüfleri kaçırmazsın, yakalarsın.
YARATICILIKTA BAŞARISIZLIK
ALPER ALMELEK: Hiç başarısızlıkla karşılaştınız mı? Genç bir heykeltıraş başarısızlık ile karşılaştığı zaman ne yapmalı? Başarısızlık da yaratıcıların karşılaştığı bir şey.
MEHMET AKSOY: Kime göre başarısızlık? Burada ilk önce bunu sormalarını isterim. Kime göre neye göre başarısızlık. Sanatta bunu söylemek çok zor. Çok göreceli bir şey. Ben şimdi epey tanınmış bir insanım Almanya’da Türkiye’de. Ben şimdi başarılı mıyım başarısız mıyım? Böyle bir şey yok. Başarılı olmanın ölçütü aslında yaratmaktır. Yarattığın şey ile yan yana durmaktır. Yarattığın şey ile yan yana durduğunda kendini ölçebilirsin. Onun için bir tarafım karma sergiler falan ama şey değil. Curcuna değil, her kafadan bir ses değil.
ALPER ALMELEK: Mesela yeni bir heykeltıraş kendisine inanıyor, yaratıcı olduğuna, sanatçı olduğuna. Ama yaptığı eser tutmuyor.
MEHMET AKSOY: Öyle bir şey yok. İnanmakla lafla falan olmaz. Yapma işidir bu. Yapma, etme işidir. Yapacaksın ve göreceksin. Bu benim, benden çıktı diyeceksin. Konuştun ettin, bir tane bir şey yaptın. Kimse beni anlamıyor bilmem ne küstüm. İyi buyur küs. Ama bir şey yapıyorsan, gerçekten bu işin üstündeysen ve bunun önemini de anlamışsan, ki sanat çok önemli bir şey, her gün yeni bir şey öğrenirsin. Ben elli elli beş senedir heykel yapıyorum. Heykel bitti diyemiyorum hiçbir zaman. Her zaman yeni bir şey arıyorsun. Çünkü çalıştığın zaman her heykel sana üç heykel doğuruyor zaten. Bir heykeli yapacak, hemen öteki heykeller de çıkıyor. Bunu yaparken bunu bulmuştum diyorsun. Bunu yaparken ötekini bağdaştırıyorsun. Böyle inanılmaz bir analiz var, analitik durum var. Akılcı bir şey yapıyorsun. Birleştiriyorsun, ayrıştırıyorsun. Bu süreçleri çok iyi kullanmak lazım. Onun için yüksek konsantrasyon ondan gereklidir sanatçıya. Kafayı çektim, sonra İlham Perisi gelir bunlar hava gazı, bunlar palavra, bohem. Bunları boşver, bunlar sanatçı olmaz. İlhamın kendisi seni savaş etmeli.
TEKNOLOJİNİN YARATICILIĞA ETKİSİ
ALPER ALMELEK: Teknoloji hakkında ne düşünüyorsunuz? Teknoloji sizin sanatınıza destek olan bir şey mi? Yoksa köstek mi oluyor?
MEHMET AKSOY: Teknoloji ile aram iyidir. Araba tekerleği çıktığından beri teknoloji gidiyor. Bence dünyanın en önemli buluşu vidadır mesela. Çok önemli bir şey. Tekerlek mahvetti yani. Endüstri falan. Zaman değişti, hız değişti, mekan değişti, her şey değişti. Şöyle bir ayrım yapmam lazım. Eğer teknoloji benim uzayan kolum, duyan kulağım, gözüm Amerika’da ki bilmem neyi görmeye başlıyorsa, duyuyorsa… Ben mesela bugün televizyona bakıp onları görebiliyorum. Bizim elimiz kolumuz her şeyimiz. Elimiz uzadı, ayaklarımız acayip gitmeye başladı.
ALPER ALMELEK: Teknolojinin sizin heykeltıraşlarınıza ne faydası var?
MEHMET AKSOY: İşte bunlar benim uzayan elim ayağım olmaya başladı. Kolumun bir parçası olabiliyorsa. Bu ne demek? Ben el becerisi el yeteneğini inkar etmiyorum demek. Teknolojinin esiri olmayacaksın. Teknolojiyi kendi amacın doğrultusunda kullanırsan iyidir. Ki dünya bugün teknolojiyi insanlık amacı için kullanmıyor, ne kötü. Kullansa o zaman çok iyi. Ben teknolojiye nasıl karşı olabilirim? İmkanı var mı böyle bir şeyin? Röntgen çekiyor, hastalığını buluyor. Bu ne kadar iyi bir şey. Ama bundan atom bombası yaparsan bu farklı bir şey. Atom çıktı önemli bir şey, bomba çıktı kötü bir şey. İnsan ölçü olmalı. Sanatçı insanı ölçü almalı. Onun için biz agresif şiddet düşkünü, gerici olamayız. İnsanların önünde gidip onlara yol göstermeliyiz. Teknoloji bizim elimiz ayağımız olmalı. Bunu yaparken de vinç, çekiç. Bunu kullanmaya bilmesem makineyi kullanamam. İlk önce bir el becerin olacak. Çekici tutamayan adam makineyi de tutamaz.
ALPER ALMELEK: Hem konveksiyonel yolları öğrenmek lazım, sonra da teknolojiden faydalanmak lazım.
MEHMET AKSOY: Yüzde yüz. Ben tüm eski teknikleri de bilirim, son teknolojiyi de. Lazer kesim işler yapıyorum mesela.
ALPER ALMELEK: O zaman bugünün yeni yetişen heykeltıraşları da hem eski konveksiyonel sistemi öğrenmek zorundalar hem de yeni teknolojiyi.
MEHMET AKSOY: Hiç öyle merdivenin en üst basamağından başlayamazsın. En altı bileceksin. Taş yontuyorsun, veriyorsun makineye parçalıyor. Taş kasabı diyorum ben onlara. Duygusu yok, form çıkarmak üzerine gitmiyor. Taşı gebertmeye gidiyor. Böyle bir şey yok. Dediğim gibi bir kabuğunu kırıyoruz taşın. O taşın sivri ucu heykelin etine batmamalı vurduğun zaman. Kıracaksın kabuğu, etine batırmayacaksın. Taş taşlığını yitirmeyecek.