KONU BAŞLIKLARI:
YARATICILIK
BİR ESERİN YARATICILIĞININ ANLAŞILMASI
AİLENİN YARATICILIKTAKİ ROLÜ VE KATKISI
USTA-ÇIRAK İLİŞKİSİNİN YARATICILIKTAKİ ÖNEMİ
YARATICI BİR KİŞİNİN PROFİL ÖZELLİKLERİ
YARATICILIKTA RİTÜELLER
YARATICILIĞIN HAZIRLIK SÜREÇLERİ
1.SÜREÇ: RUHUN HAZIRLANMASI
2.SÜREÇ: GÖZLEM YAPARAK GÖRSEL ZEKAYI GELİŞTİRMEK
3.SÜREÇ: HAYAL KURMAK
İLHAM PERİSİNİN GELİŞİ
YARATICILIKTA BAŞARISIZLIK
GENÇLERE YARATICILIKLARINI GELİŞTİRMELERİ İÇİN ÖNERİLER
SİZİ ETKİLEYEN YARATICILAR, YARATICILIK İŞLERİNDEN ÖRNEKLER
YARATICILIK
ALPER ALMELEK: Sence yaratıcı olmak nedir?
RECEP AYYILMAZ: Yaratıcı olmak sıfırdan imalâttır. Kimselere benzemeden ıkınmaktır. Fark atmak, kendinden öncekilerin üstüne çıkmak, kimselere benzemeden bunları harmanlamak. Bir de eğitimliysen, bunları bir arada yapabiliyorsan o zaman e’nel hakk mertebesine varırsın diye düşünüyorum. Yaratıcı olmanın sonradan olacağına inanmıyorum ben. Olamaz öyle bir şey. Bir yere kadar olabilir, bir yerde toslar duvara. O zaman 8 milyar insan yaşıyorsa, bu 8 milyar insan üretime geçerdi. 8 milyar insan yaratıcı olurdu. Fark atmak derken bunu kast ediyorum. Bunun biraz ilahi adaletle ilgili olduğunu düşünüyorum. Bazı kişilerin görevlendirilmiş olduğunu düşünüyorum.
ALPER ALMELEK: Peki şunu söylesek doğru olur mu? Herkes yaratıcıdır ama herkesin bir kapasitesi vardır. Onun artırılması için özel bir yetenek mi gerekiyor?
RECEP AYYILMAZ: Kesinlikle. Yine artırılabilir ama yaratıcılığın en üst noktası ne? Nereye varınca Picasso oluyorsun? Bu çok göreceli bir şey. Ama bir şey var ki; insanlar boşuna süper star olmuyor. Asıl sebep ilahi adaletin size verdiği ödül gibi bir şey. Fark atmak için sen gel bu dünyada bu işi yap demiş. Mozart’a öyle demiş mesela. Bizde Leyla Gencer vardır. Harika bir ses. Şarkı söylemek için görevlendirilmiş gibi düşünüyorum. Pop müzikten bahsedeceğim. Mina var İtalya’da. Bizde de var şarkıcılar. Sen sesini kullan, şarkı yap sadece denmiş onlara. Bunu eğiterek geliştirebilirsin. Daha kaliteli bir hale getirebilirsin. Ne dersen de, önce Tanrının verdiği müthiş bir kabiliyet olması lazım. Sonra bunu usta-çırak ilişkisiyle, konservatuar, akademi neyse bunlarla geliştirmesi gerekli. Bir de farkında olmazsın yaratıcı olduğunun. Bende öyle oldu mesela. Bir bakarsın öyleymişsin. Ben yaratmak için yaratılmışım, bunun da üstüne gideyim filan böyle bir şey de olamaz.
BİR ESERİN YARATICILIĞININ ANLAŞILMASI
ALPER ALMELEK: Bir eserin yaratıcı olduğunu anlamak için hangi açılardan bakmak gerekir ya da hangi soruları sormak gereklidir? Bu bir resim olabilir, heykel olabilir, sahneye koyulmuş bir opera olabilir. Bu eserde yaratıcılık kullanıldığını neye göre anlarsın?
RECEP AYYILMAZ: Bu sosyolojik ve eğitimle alakalı bir şey. Yaratıcı ortaya atar bir eseri. Bunu değerlendirecek kişi, eğer Recep olarak bana soruyorsan, kendi birikimlerimle, entelektüel bakışımla, gördüklerimle, hayat deneyimiyle, estetik kaygılarımla değerlendiririm. Recep olarak düşündüğümde yaratıcının en büyük kaygılarından biriside estetik olmaktır, rafine olmaktır. O kadar rafine olmayan, estetik olmayan bir iş yaparsınız ki o da bir tarz haline gelebilir. O da bir yaratıdır. Bu anlamda tüketiciyle alâkalı. Senin ürettiğine bakanın bakış açısı, sosyolojik yapısı, aile bilgisi bunlar da çok önemli.
ALPER ALMELEK: Julian Barnes bir sanat eleştirmeni ve yazar. Onun beş tane sorusu var. Diyor ki; yaratıcı olan bir eser bizim beynimizi çalıştırıyorsa, düşüncelere sevk ediyorsa, kalbimizde bir titreşim-duygu uyandırıyorsa, bize hayaller çağrıştırıyorsa birde bir hüner de hissediyorsak o zaman biz o eserden etkileniyoruz ve o eseri yaratıcı ya da sanat eseri olarak görüyoruz.
RECEP AYYILMAZ: Katılıyorum. Ben çok yaşıyorum bunu. Sahneye koyduğum oyunlarda reaksiyonlar şehre göre değişiyor, coğrafyaya göre değişiyor, kültürel yapıya göre değişiyor, ülkeye göre değişiyor. Mesela Truva’ya Moskova’da ki reaksiyon farklıydı, Ankara’da farklıydı.
ALPER ALMELEK: Ne fark vardı mesela?
RECEP AYYILMAZ: Moskova’da hemen göstermiyor izleyici reaksiyonunu. Soğuk iklim bile etkiliyor. Tepkisini gösteriyor ama sonradan gösteriyor. Ama Akdeniz’de hemen reaksiyon gösteriyor izleyici. Bazısı vardır apışır kalır ama sebebini bulamaz. Burada az önce söylediğim devreye giriyor. Sen seyirciyi, tüketiciyi apıştırabiliyorsan sorun yok o zaman. Bir yorum yapması gerekmiyor illa ki her zaman. Beğenme sebebini anlatamıyor mesela ya da beğenmeme sebebini de anlatamıyor. Sadece şöyle oluyor: “Bunda bir şey var. Ben beğendim bunu.” Burada kültürlü biriyse bu nitelendirebiliyor, öbürü nitelendiremiyor. Çok göreceli bir şey bu. Kişilerle, uluslarla vb. alakalı.
AİLENİN YARATICILIKTAKİ ROLÜ VE KATKISI
ALPER ALMELEK: Sen bu yolda yürürken, ailenin seni teşvik ya da engellemesi oldu mu?
RECEP AYYILMAZ: Sıfır etkisi oldu. Engellemediler, teşvik de etmediler. Bizim ailede anne tarafında sesler güzel ama profesyonel hiç kimse yok. Ben çok güzel ritim sazlar çalardım. Darbuka, davul, dümbelek aklına ne gelirse. Teyzem öyle der konuşmuyordun ama sürekli tıkır tıkır çalardın diyor. Ailem memur ailesi. Bunu babamın çevresinden daha mürekkep yalamış insanlar keşfettiler. Bu yetenekli bir çocuk, konservatuvara verin mutlaka diye ısrar ettiler. Ama babam da ısrarla benim doktor olmamı istiyordu. Hep böyle gitti. Sonradan onlar da bunu desteklediler. Ben kendim konservatuvar sınavlarına girdim habersiz. O beni Fransa’ya yollayacaktı, okumaya. Kimya filan ne okuyacaksam artık. Türk filmi gibi. Ben gittim gizli gizli konservatuvar sınavına girdim. İki konservatuvar ikisini de kazandım. Bütün evraklarım hazırlanmıştı. Ben 15 gün sonra Paris’e gideceğim. Önce anneme söyledim. Anne sevmiyorum ben bu fen işlerini. İşte zil takayım, oynayayım, renk, ışık, kumaş bunları seviyorum. Neyse bir gece annem babamla konuştu, ne konuştuysa. Birden 180 derece dönüş. Fransa iptal oldu, konservatuvarlara girildi. Ama inanır mısın ailemde bir kişi yoktu beni destekleyen. Tamamen tırnaklarımla geldim buraya. Eğer varsa içinde değerlendirilebileceğim bir kategori bu hep kendi kendine oldu. Fakat bir şey vardı: Hırs diyelim buna. Kafayı takmak lazım. Hedefi belirleyip oraya doğru gidersen, evren yardımcı oluyor. Şimdi bunu değerlendiriyorum. Geçmişe bakıp bu iş ne işe yarayacak dediğim şeyler beni bir üst noktaya taşımış. Ben konservatuvar öncesi radyo tiyatrosuyla başlamıştım mesela. Hocalarım çok iyiydi. Yıldız Kenter, Belkıs Aran gibi.
YARATICI BİR KİŞİNİN PROFİL ÖZELLİKLERİ
ALPER ALMELEK: Yaratıcının profili nasıl olmalı? Yaratıcılığının ilerlemesi ya da daha iyi işler çıkarabilmesi için hangi özelliklerinin olması gerekir?
RECEP AYYILMAZ: Bence yalnız olmalı. Bana göre yalnızlık yaratıcılığı tetikliyor. Başka birine göre de bin kişinin arasında bunu yapabilir. Ama genel olarak vardığım kanı, tiyatro, opera tarihinde ulaşılmazların hepsi yapayalnız kalmışlar. Belki de yaratıcılığı tetikleyen bir unsur. Bir opera sergilemiştim, “Hoffmann’ın Masalları”. Şairi anlatır yani Hoffmann’ı. Söyler orada şair, acaba diye bir soru vardır. Yaratıcılığı tetikleyen yalnızlık mıdır? Ben buna inanırım. Kendimde öyle hissediyorum. Hiç kimseyi istemiyorum etrafımda. Annemi bile görmek istemiyorum. Bir de dertli olması lazım yaratıcının. Orgazm olmaması lazım. Sürekli muhalif olmalıdır, kendine bile muhalif olmalıdır. Beğenmemesi lazım hiçbir şeyi. Yaratıcı beğenmez, kendini de beğenmez. Devamlı eleştiren gözle bakar. Hep daha yukarı, hep daha yukarı bakar. Sürekli çalışır, uykusuzdur. Normal değildir bu insanlar. IQ’larıda farklıdır. Bizde bir Selman Ada var. Abim gibidir benim. Müzisyen, Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürlüğü yapmış filan. Her şeyiyle fark atar, yaratıcı kişiliğe bence Türkiye’deki ilk örneklerden biridir. Yani anlaşılır değildir. Giyimiyle, kuşamıyla, toplumun içine girdiğinde yarattığı karizmayla fark yaratır. Bunu da bilerek yapmaz, doğası öyledir zaten.
ALPER ALMELEK: Böyle bir insan çok disiplinli olmalı mıdır? Sabır gerekli midir?
RECEP AYYILMAZ: Onu ikiye bölelim. Yaratıcı çalışkanlar var, yaratıcı tembeller var. Sen nasıl gözlemliyorsan ben de rejisör olarak binlerce kişiyi gözlemliyorum. Rejisörlük gözlem işidir. Oyunculuk da öyle. Her şeyi gözlemlemek zorundasın. Şimdi tembel yaratıcı vardır, çalışkan yaratıcı vardır. Benim gözlemim, çalışkan yaratıcının yarattığı şey diğerine göre daha azdır. Tembel olan daha yaratıcıdır aslında. Ve onun farkındadır, ipleri serbest tutar elinde. Nasıl olsa yaparım ben diye düşünür. Öbürü öyle değildir. Aradaki farkı kapatmak için çok çalışır. Kendini daha çok geliştirmeye çabalar. Bunun için tembel olan star olurken, çalışkan olan süper star olabilir. Eksiği var çünkü onun. O çok çalışacak ve aradaki farkı kapatacaktır. Bunun bir çok örneği vardır.
USTA-ÇIRAK İLİŞKİSİNİN YARATICILIKTAKİ ÖNEMİ
ALPER ALMELEK: Usta-çırak ilişkisini yaşadın mı? Bunun önemli olduğunu düşünüyor musun?
RECEP AYYILMAZ: Çok yaşadım ve çok önemli olduğunu düşünüyorum. Eğitim şart.
ALPER ALMELEK: Genel bir eğitim değil kastettiğim. Bir ustayla çalışmak şart mı? Bir ustayı model almak şart mı?
RECEP AYYILMAZ: O anlamda bakmıyorum. Biz mesela konservatuvarda hepimiz Yıldız Kenter gibi oynuyorduk rolleri. O zamanında böyle bir rizikosu oluyor. 16-17 yaşındayken ister istemez ustalarını taklit ediyorsun. Nasıl erkek çocuk babasına, kız çocuk annesine benzemeye çalışıyorsa bu da aynı şey. Çünkü etrafında onlar var. Ben 17 yaşımda girmiştim konservatuvara, Yıldız Hanım var karşımda. Dolayısıyla etkileniyordum. Sonra başka hocalar giriyor hayatına. Yani konservatuvar disiplininden geçmek gerekiyor. Eleştiriyor insanlar, siz konservatuvarlılar da ne kadar ukalasınız filan diye. Ama hiç alakası yok. O zaman bende tıp fakültesine gider tansiyon ölçerim. Yapar insanlar yapamaz değil. Oyunculukta yapabilir, şarkı da söyleyebilir, türkü de söyleyebilir ama bu başka bir şey. Orada bir disiplin var. O hocalarla orada karşılaşıyorsun. Benim en büyük şansım çok büyük hocalarım vardı. Mesela; Belkıs Aran vardı şan hocam, Özcan Sevgen, Demirhan Altuğ, Türkiye’nin ilk opera şeflerinden. Çetin İpekkaya, Yıldız Kenter, Tahsin Yücel, bunlar benim ustalarım ve hocalarım oldu. Ben konservatuvara girmekle onları tanımış oldum ve örnek aldım kendime. Şimdi bile önemliler benim için. Moskova’da çıktım sahneye ve hocalarıma teşekkür ettim içimden. Selam verirken gözümün önünden resimleri geçti. Alaylı olsam acaba bunlar olacak mıydı? Bu kadar olamazdı belki. Bu kadar olamazdı yani. Ben eğitim şart diyorum. Konservatuvarlara boşuna üç beş sınavla alınmıyor. Bunun bir yolu yordamı var, öyle olması lazım.
YARATICILIĞIN HAZIRLIK SÜREÇLERİ
1.SÜREÇ: RUHUN HAZIRLANMASI
ALPER ALMELEK: Ben yaratıcılığı derste anlatırken, üç tane hazırlık sürecinden bahsediyorum. Bunlar aslında birbiriyle iç içe geçmiş süreçler. Ama ben anlatabilmek adına ayrı ayrı anlatıyorum. Bunlardan bir tanesi ruhumuzu arındırmak. Bu herkes için gereklidir. Sait Faik bunu çok güzel anlatır. Der ki “ Burgaz’da çıkıp tepelere, oradaki kuşların cıvıltısı, ağaçların hışırtısı filan. İnsan orada şair olur”. Tabi her Belgrad Ormanı’na giden şair olmuyor. Ama bazı insan için öyle bir yere gitmek insanın ruhunu arındırır, bir başkası için Çiçek Pasajı’nda bira içmek, öbürü için başka bir şey. Senin için ruhunu arındıran yer neresi?
RECEP AYYILMAZ: Ben söylediğim gibi benim için bu yalnızlık.
ALPER ALMELEK: Bunun için bir mekan var mı?
RECEP AYYILMAZ: Hiçbir şekilde yok. Yalnızlık ve yürümek. Bu ikisini de çok önemsiyorum.
YARATICILIKTA RİTÜELLER
ALPER ALMELEK: Yürümeyi de kattığın zaman ikinci soruyu da katmış oluyoruz. O da ritüeller. Yaratıcının kendine has ritüelleri olabiliyor. Kimisi diyor ki ben her yerde, her an yaratabiliyorum. Kimisi de diyor ki mesela Guy de Maupassant 11 sene boyunca sabah 07.00’de masaya oturup, 12.00’de kalkıyormuş. O bütün yazdığı 300 hikaye ve romanları o beş saatlik zaman diliminde yazmış. Orhan Pamuk Nişantaşı’nda oturuyor. Cihangir’e gidiyor 8 saat yazıyor. Herkesin bir ritüeli var. Sen ritüelini nasıl ifade edebilirsin?
RECEP AYYILMAZ: Benim öyle spesifik ritüellerim yok. Her an değişebiliyor bu. Anında önümdeki fincandan bir şey bulabilirim. Bir sonraki prodüksiyonda onu öyle bir kullanırım ki gören de şaşırır. Bu nereden çıktı diye sorabilir. Bazen bir hafta uykusuz takılabilirim, bazen de bir hafta neredeyse sürekli uyurum. Hiç suratına bakmam o oyunun. Çeviri yapıyorum meselâ ama onun da suratına bakmam bir süre yok sayarım, dinlendiririm, tekrar ele alırım. Belki de bu yaşla ilgili bir şey. Yönetmenlikte dağarcığının çok gelişmiş olması lazım. Her şeyden anlaman gerekir. İnsan psikolojisi, tiyatro, oyunculuk, dekor, kostüm, sanat tarihi, edebiyat, mitoloji, dans, moda hatta, bütün bunlara hakim olmak gerekir. Bunlar yıllar içinde olabiliyor. Bütün bunları bir potada toplayıp, bir üründe döktüreceksen eğer, ilk başladığım zamanlarda bütün bunları seyirciye kusuyorsun adeta. İlk yaratılar hep böyledir. Meselâ Verdi’nin ilk eseri “Nabucco” vardır. Bu oyunu döktürmüştür. Her şeyi çok güzeldir. Gelirsin Falstaff’a en son oyunu. Bir bakarsın bu özellik yok olmuş. Her dakika tokat atmaz seyirciye. Yani ustalaştıkça daha başka bir hale bürünürsün.
İLHAM PERİSİNİN GELİŞİ
ALPER ALMELEK: Ruhunu arındırdın, gözlemler yaptın, hayaller kurdun. Bunları yaptın ve sonra İlham Perisi geldi. İlham Perisi geldiği an ne hissediyorsun?
RECEP AYYILMAZ: Telaşlanıyorum. Elime kitabı alamıyorum, partisyona, tekste bakmam lazımken hiçbir şey yapamıyorum. Çünkü burada iç sesimi dinlemem gerekiyor. Birisi oradan bana haber veriyor. Hadi kalk artık, çok oturdun diyor. Bu prömiyere üç hafta kala da olabilir, bir sene kala da olabilir. Hiç belli değil ne zaman olacağı. Beynimin kenarında duruyor o mobilya kurdu gibi. Sonra o birikiyor, birikiyor ve bir yerde patlak veriyor. ”Carmen” sahnelemiştim ben bir yerde. Onun dekoru mesela şöyle gelmişti aklıma; Seninle burada konuştuğumuz gibi konuşuyorduk bir arkadaşla. Yaz sıcağı, yelpaze var elimde. Arenayla dağ sahnesini birbirine bağlamaya çalışırken birden alakasız bir yelpazeyi sallama şeklinden kafamda bütün oyunun konsepti oluştu. Bazen de oturuyorsun günlerce hiçbir şey çıkmıyor. Diğer sanatlarda, resimde, heykelde de böyle olduğunu düşünüyorum ben. O geldiği ve gittiği anlar belli değil. Mozart’a çok sık geliyormuş mesela. Her dakika bir şey yazıyor. Joseph Haydn bu durumu çok kıskanırmış. Sezen Aksu da öyleymiş mesela. Sürekli aklına bir şeyler geliyormuş. Cep telefonları yokken, yolda yürürken aklına bir melodi geliyormuş. Kendi evini arayıp telesekretere not bırakıyormuş, aklına gelenleri. Ben çok sanat aktivitesi seyretmem ve dinlemem ama dedim ya gözlemlemek çok önemli. Bol okurum. İçimde yaşadığın toplumu gözlemlerim.. Ajda Pekkan mesela. Bu kadar sene hâlâ şarkı söyleyebiliyorsa bu da çok önemlidir. Sesi çok güzeldir. Tanrı ona sen git şarkı söyle, beste yapma demiş olabilir. Sezen Aksu’ya da sen git beste yap demiş olabilir. Popüler kültürde yorumlamak gerekirse ben böyle düşünüyorum.
İlham perisini beklememek gerekir. O bir anda gelir, gider. Son dakikada gelebilir. Bir örnek vereyim: Verdi, “Rigoletto” eserinde “La Donne a Mobile” aryasını yazmaz son ana kadar. Perde açılmadan iki saat önce tiyatroya geliyor. Tenor deliriyor, “ben burada ne söyleyeceğim şimdi?” diyor. Herif toparlayamıyor. Melodinin piyasaya ve halkın diline düşmemesi için son ana saklıyor ve bir türlü melodik yapıyı toparlayamıyor. Son anda geliyor bütün notalar ve tenora “Sakin ol, çok kolay. Öğreneceksin hemen” diyor.
İlham perisi geldiği anda korku geliyor bana. Geldi ya giderse korkusu. Mutlu oluyorum, benimle konuşabilmeyi becerdiğinde kendimle övünüyorum. Biraz da megalomanızdır da biz. Ne güzel yaptım burayı filan diyorsun. Sonra aradan üç gün geçiyor, nadasa bırakıyorsun o yaratıcı düşünceyi. Ardından ne berbat bir şey olmuş bu da diyebiliyorsun. Tuhaf duygular yani. Gelgitler bunlar.
YARATICILIKTA BAŞARISIZLIK
ALPER ALMELEK: Başarısızlıkların oldu mu?
RECEP AYYILMAZ: Benim olmadı tuhaf bir şekilde. Kendi adıma çok mutluyum bu konuda. Hiçbir zaman olmadı. İlk başladığım zaman, yani aslında ben hep sanatın içindeydim. Yönetmenlikten bahsediyorsak, yönetmenliğe girince etraftan engellerle karşılaştım biraz. Rakiplerim mesela engel olmak istediler. Sanatkarlık ve yaratıcılık matematik bir zeka da gerektiriyor. Onları alt etmeyi bildiğin sürece hiçbir problem yok. Böyle bir dönem oldu, 1,5-2 sene. Ama ben bunu da çözdüm bir şekilde. Sabırla ve akılla attım onları bir kenara.
ALPER ALMELEK: Başarısızlığın panzehiri sabır diyebilir miyiz o zaman?
RECEP AYYILMAZ: Sabır ve akıl bence. Akıl bence belirleyici olan. Bunu doğru kullanabilmek önemli. Profesyonel hayata girince, bir bakıyorum her şey yukarıya gitmiş. Hayal kırıklığım olmamış. Bir de bir ön yargı oluşuyor seninle ilgili. O yaptıysa güzeldir mutlaka diyor senin izleyicin. Oradan da nemalanıyorsun bir süre sonra. Sen hata da yapsan seyircin affediyor seni. Kendi içimde, kendimi başarısız bulduğum anlar olmuştur. Ankara’da bir oyun yapmıştım ben beğenmedim. Millet; “Hocam süper olmuş” filan demeye başladı. İçimden bunu diyenlere kızdım. Orada bir erdem devreye giriyor. Dolayısıyla akıl da devreye giriyor.
GENÇLERE YARATICILIKLARINI GELİŞTİRMELERİ İÇİN ÖNERİLER
ALPER ALMELEK: Bir insan kendi yaratıcılığını nasıl geliştirebilir?
RECEP AYYILMAZ: Hayal kurmaya devam. Ütopikleştikçe ütopikleşmek lazım. En saçma gelecek şeylere devam etmesi lazım. Herkesin söylediğinin tam tersini söyleyin: çok seyretmemek. Ben öyle yaparım. Çok seyretmem. Bizim işimizde, sahne sanatlarında okuyarak hayal gücünü geliştirebilirsin. Orada yazılanın hayalini kurmalısın. Ben Paris’e ilk gittiğimde hayal kırıklığına uğramıştım. Çünkü hayal ettiğim Paris’i bulamamıştım. Şimdi öyle bir şey yok. 75’li yıllardı bu. Şimdi bakıyorsun internette, her şey elinin altında. Teknolojiden uzak durması lazım mesela bu kişinin. Metin okuyup, onu kafasında hayal etmesi lazım ki ortaya bir şey çıkarabilsin. Sen New York’un ortasına Concorde’la iniyorsan bu senin hayal gücünü tetiklemez, tam tersi geriletir. Mozart mesela; Saraydan Kız Kaçırma’yı yapmıştır. Ama Türkiye’yi hiç görmemiştir. Bizimkiler Viyana kapısına gittiğinde, davulla zurnayla giden orduyu görüyor. Orada Türk müziğinden etkileniyor ve hayalinde bu melodileri yaratıyor.
Ben de öyle yaptım; okuyarak. Okuduklarımı hayal ettim. Hâlâ daha bu teknolojiden uzak durmaya çalışıyorum. Sosyal medyada bulunmam asla. Bu telefon alo demek içindir sadece. O da mecburiyetten. Artı, size hiçbir katkısı yok teknolojinin. Hayal gücünü yıpratan şey, azaltan şey. Bunu Jean Jacques Rousseau söylemiştir yıllar önce. Buharlı treni gördüğü zaman “Bu nasıl bir icat ya” diyerek köye kaçmıştır. Kitabında yazmıştır bunu. İki tane duman etkiler onu. Çabuk ulaşmak, sevgilide de öyle değil midir? Dertlenmek, kederlenmek, acı çekmek gerekiyor yani. Yoksa olmuyor, bende olmuyor en azından.
SİZİ ETKİLEYEN YARATICILAR, YARATICILIK İŞLERİNDEN ÖRNEKLER
ALPER ALMELEK: Kendi alanında gördüğün yaratıcılık örnekleri ya da yaratıcı kişiler kimlerdir?
RECEP AYYILMAZ: Ben sinemayı çok severim. Bu yıllarda Michael Heneke var mesela. Avusturya asıllı Fransız bir yönetmen bu. Hep uçuk filmler çeker. Piyanist, Amour gibi. O adamın yaptıkları çok etkiler beni.
Birde harikalar yaratıp ama hiçbir şey yapmamış gibi bunu sunmak çok önemli benim için. İşte o kültürsüz dediğimiz seyirci bu noktada apışıyor. Mesela “Amour” da hiç müzik yok arkada. Ama iki saat sana seyrettiriyor. İşte orada tılsım nerede? Seyirci içinden, “Bir şey var ama nitelendiremiyorum” diyor. Kültürlü olan bu nüansı anlıyor. Dolayısıyla sanatın hayat arasında misina gibi incecik bir çizgi olması gerektiğini düşünüyorum ben. Yaptığın iş ne bir tarafta kalmalı ne de diğer tarafta. İp cambazı gibisin sen. İşi avamlaştırarak, halkın anlayacağı dilde yapmak en kolayı. Öbürü de aşırı ve izole bir durum oluşturuyor. Bu çizgiyi sağlamanın doğru olduğunu düşünüyorum ben. O zaman o rafineyi gören görüyor, göremeyen de beğeniyor ama nitelendiremiyor.