KONU BAŞLIKLARI
YARATICILIK
BİR ESERİN YARATICILIĞININ ANLAŞILMASI
AİLENİN YARATICILIKTAKİ ROLÜ VE KATKISI
USTA-ÇIRAK İLİŞKİSİNİN YARATICILIKTAKİ ÖNEMİ
YARATICI BİR KİŞİNİN PROFİL ÖZELLİKLERİ
YARATICILIKTA RİTÜELLER
YARATICILIĞIN HAZIRLIK SÜREÇLERİ
1.SÜREÇ: RUHUN HAZIRLANMASI
2.SÜREÇ: GÖZLEM YAPARAK GÖRSEL ZEKAYI GELİŞTİRMEK
3.SÜREÇ: HAYAL KURMAK
İLHAM PERİSİNİN GELİŞİ
YARATICILIKTA BAŞARISIZLIK
GENÇLERE YARATICILIKLARINI GELİŞTİRMELERİ İÇİN ÖNERİLER
SİZİ ETKİLEYEN YARATICILAR, YARATICILIK İŞLERİNDEN ÖRNEKLER
YARATICILIK
ALPER ALMELEK: Yaratıcılığı nasıl tanımlıyorsun?
VEYSEL DİKER: Olandan hoşnut olmama hali. Ya da olandan hoşnut olmama halini spor haline getirmek. Bir çok insan kendini tekrarın güvenli limanına çekip bekliyor. Burada gemileri düşünürsek, limandaki teknelerin boyası zamanla bozulur. Çünkü, hareket etmemiştir. Durduğu yerdeki pislikleri alır. Bekleme, beraberinde bir atık doğurur. Ama denizde olursa dalgalar onu temizler. İstese de kirli kalamaz. Burada bahsettiğim, tekrar eden bir hayatınız olursa, beklersiniz ve içten içe çürürsünüz ama yenilikçi bir psikolojiniz olursa o sizi diri tutar. Önünüze çıkan dalgalar, zorluklar büyürse kendinizi sınamış olursunuz. Daha da güçlü olursunuz. Mukavemetiniz artar. Ben bu yaşıma kadar hep bunu baz aldım. Tekrarın güvenli limanında olmamak. Her anın büyük, inanılmaz şeyler barındırdığını düşünüyorum. Ve o anların peşinde koşuyorum. Bir şeyi alıp onun serilerini yaşamak beni rahatsız ediyor. Burada mutsuz evlilikler mi yaşıyorsun, mutsuz ilişkiler mi yaşıyorsun diye düşünülebilir. Hayır. Burada benimle yaşayan kişinin çok diri olması lazım. Aman benim kocam ya da sevgilim, hiçbir şey yapmama gerek yok. Türk zihniyetinde vardır ya “ aldım artık benim” değil. Ben yaşayan bir organizmayım. Her manasıyla yaşayan bir organizmayım. Zihnen, bedenen, ruhen yaşayan bir organizma. Ve sürekli bir veri akışı olması gerekiyor. Dogmatik bir zihinle olmaması gerekiyor ilişkilerin. Örneğin; Veysel Diker tiyatrocudur. Doğrusu bu değil. Her an her şey olabilir hayatımda. Öyle bir an gelir ki her şeyi dönüştürecek bir ateşleyici olur içinde. Ve başka bir şeye dönüşür içindeki. Onun için bu muhafazakar, sabitleyen, konserve eden zihne karşı, deneyci, dönüştürücü, bunda ne olabiliri soran, bununla bunu birleştirirsem ne oluru düşünen bir zihin gerekli. Oğlum geldi okuldan Aztekleri incelemişler. “Oradan yeni sorular türettim baba” dedi. Onun orada hocanın verdiğinin dışında yeni türevler üretmesi benim için çok önemli mesela. Bugüne kadar yaptıklarım belki de büyük bir yaratım sürecinin egzersizleriydi diye de düşünüyorum.
BİR ESERİN YARATICILIĞININ ANLAŞILMASI
ALPER ALMELEK: Bir esere baktığında, bu heykel olabilir, tiyatro olabilir, endüstriyel bir tasarım da olabilir. Onun yaratıcı bir eser olduğunu neye göre anlıyorsun?
VEYSEL DİKER: O benimle ilgili, öznel bir şey. Bende ki karşılığı ne? Çünkü ben bir yaşamın sonucuyum, algının sonucuyum, estetiğin sonucuyum. Karar veren kişi bir sonuç aslında. O tanıma göre onu deşifre etmeye çalışıyorum, anlamaya çalışıyorum veya anlatmaya çalışıyorum. Dolayısıyla bende çok sınırlı bir şeyim. Yani kişi kendini ne kadar geliştirirse, estetik algıların ölçüsü gelişiyor.
Ölçüsü kişinin kendisiyle alakalı bir şey bence. Çok kategorize etmeyi doğru bulmuyorum. Kişinin algısıyla bir şey. O anlamda beni heyecanlandıran bilinmez olmasıyla ilgili bir şey belki de. Mesela bu adam bu renkleri nasıl bir araya getirmiş. Ben müzik yapıyorum. Batı alt yapısıyla türküler söylüyorum. Mesela bu bize göre, Türkiye’ye göre yeni bir şey. Çellolar, kemanlar vs. var. Bunlarla türkü söylüyorum. Bize göre yeni. Ama geçen gün bir grup dinledim. Azeri bir toplulukla İsveçli bir koronun söylediği bir müzik. Türküler yine, Azeri türküler ama fersah fersah öteye geçmişler. Yani çok sesli, olağanüstü müthişti. Dolayısıyla benim sınırımı zorladı o. Beni heyecanlandırdı. Bilmediğim bir şey. Güya bildiğimi zannettiğim bir şeyin çok üstünde.
AİLENİN YARATICILIKTAKİ ROLÜ VE KATKISI
ALPER ALMELEK: Ailenin senin yaratıcılığında nasıl bir etkisi, desteği nasıl oldu?
VEYSEL DİKER: Ben taşradan geldim. Babam memurdu. Alt sınıf bir aileden geldim. Sanat maalesef Türkiye’de üst sınıf bir tüketim aracı. Hâlâ hayatın içinde değil. Hâlâ sosyal bir tüketim malzemesi maalesef. Belli bir gelir seviyesi üstüydü benim çocukluğumda. Hâlâ daha böyle. Şimdi daha da değişik. Benimde içinde yer aldığım, dizi oyuncularının izlendiği bir alan haline dönüştü. Benim çocukluğumda ailemin bilinci ya da farkındalığı yoktu. Ama tek farkındalıkları vardı: Bu çocuk özgür. Mutlu olmamı engellemediler. Hissettiğini yaptığı zaman mutlu. Mutlu olduğum zaman engellemediler. Babam özgürlükçü bir insandı. Ben eğer dans ediyorsam, şarkı söylüyorsam ya da içimden geldiği gibiysem engellemediler. Bana ket vurmaya çalışmadı. Çünkü o bendim. Beni kafasındaki gibi yapmaya çalışmadı. Benim kendimi var etmeme izin verdi. Baskıcı değildi. Bunu hemen realize edebiliriz. Psikolojik problemleri olmayan bir babam vardı. Bu kadar basit yani. İçinde köşeler yoktu. Onun bana verdiği en büyük destek buydu.
ALPER ALMELEK: Peki annen?
VEYSEL DİKER: Annemde böyleydi. Ama taşrada baba çok daha belirgindir. Annenin derdi kendinedir. Babayı prototip olarak tanırsınız. Baban gibi olmaya çalışırsın. Babamın çizdiği özgürlük alanında -uç uça bildiğin kadardır onun adı da- hareket ettim. Bu bizim toplumda olmayan bir şey. Çünkü babalar tekrarcı zihniyette olup, çocuklarını bir kalıba sokmaya çalışıyorlar. Bırakın kendi kalıbını yaratsın ya da kalıpsızlığını. Kalıp neyse artık? O da korkudan kaynaklanıyor. Böyle olursa şöyle olur kaygısı.
USTA-ÇIRAK İLİŞKİSİNİN YARATICILIKTAKİ ÖNEMİ
ALPER ALMELEK: Hiç usta-çırak ilişkin oldu mu? Hiçbir ustayı kendine rol model olarak aldın mı? Bu kimdi? Bu usta-çırak ilişkisi seni ne kadar etkiledi? Yaratıcılıkta bir usta-çırak ilişkisi olması gerektiğine inanıyor musun?
VEYSEL DİKER: Ben hiçbir zaman kendime bir rol model bulayım şuna benzeyeyim diyemedim.
ALPER ALMELEK: Çok etkilendiğin bir öğretmen de olabilir bu.
VEYSEL DİKER: Türkiye’yi baz alırsak, yani genel teoriden kopup, reel hayatı baz alırsak eğer, mesela tiyatro okudum ben. Okuldaki hocalarımın bu alana hayatlarını adıyor olmaları, zihinlerini adıyor olmuş olmaları, ciddiyetleri, tiyatroya bilimsel olarak yaklaşmaları saygınlık kazandırır tabi ki.
ALPER ALMELEK: Nerede okumuştun?
VEYSEL DİKER: Ankara Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya Fakültesi Tiyatro Bölümünde okudum ben. Oradaki hocalarımın zihinsel donanımları tabi ki bende değerlilik kazandırdı.
ALPER ALMELEK: Onların arasından bir ya da iki kişi var mı mesela?
VEYSEL DİKER: Sevda Şener diyebilirim mesela. Okul sonrası birçok işte çalıştım. Birçok ustayla çalıştım. Ama bu işte, sizin içinizdeki devinim sizi belirliyor. Dışarıya bakarsınız ama bu onlar gibi olmak anlamına gelmiyor. Siz ne oluyorsunuza bakmak zorundasınız. Diğer türlüsü taklite girer.
ALPER ALMELEK: O zaman sorunun cevabı, bir usta şart değil ama etkilenmeler olmalı.
VEYSEL DİKER: Zaten bundan kaçmanız mümkün değil. Ama bir tane daha ondan olayım diyemezsiniz. O zaten var, ikincisi olamaz.
YARATICI BİR KİŞİNİN PROFİL ÖZELLİKLERİ
ALPER ALMELEK: Sence yaratıcı olan bir kişinin profilinde hangi özellikler olmalı? Nasıl bir karaktere sahip olmalı? Mesela disiplinli vb.
VEYSEL DİKER: Benim için en önemli olan özellik, hissetmekten korkmaması. Bir sonraki kendisinden korkmaması. Yani değişmekten, dönüşmekten korkmaması gerekiyor.
ALPER ALMELEK: Diyelim ki ben sana bir çocuk getirdim 15-20 yasında. Hangi profil özelliklere sahip olmasını önerirsin bu çocuğa?
VEYSEL DİKER: O yaştaki bir çocuk için eğitim kısmı filan var tabi ama daha büyük birisi için konuşuyorsak yaratıcı olacak kişinin söylediğim gibi hissetmekten korkmaması gerekiyor. Çünkü hayatı algılarız ve onu anlatırken tekrar aktarırken enstrümanlarımızı kullanırız. Neysek onu kullanırız. Yani hayattaki acıyı alırsan, hissedersen, görürsen, kapatmazsan kendini, onu hissetmekten korkmazsan dışarı vurmanda ona göre olur. Ne kadar algılarsan o kadar algılatırsın.
YARATICILIKTA RİTÜELLER
ALPER ALMELEK: Ataşehir’de kendi tiyatrondaki bu ofis, dört duvar bir oda. Sen burada kendini huzurlu hissediyorsun. Burada ilham geliyor, yaratıcı olmaya başlıyorsun, bir şeyler yazıyorsun vs. Bir de ritüeller var. Yaratıcıların ritüelleri var. Bu ritüel burası olabilir. Ama ritüel dediğimiz zaman çalışma yöntemi diyoruz. Yer de olabilir ama benim kastım mesela belli saatler arasında çalışmak. Senin böyle bir durumun var mı?
VEYSEL DİKER: O konuda benim hayatım kaos gibi. Tiyatro yapıyorum, sahneye çıkıyorum, müzik yapıyorum, ders veriyorum, çocuk tiyatrosu var Almanya’da. O kadar çok değişken var ki hayatımda, bunları yöneten bir orkestra şefi gibiyim. Hangisinin hangi sesi çıkaracağını bilmediğim için programlı olamıyorum maalesef. Rutinim yok. Her hafta, her gün hatta gün içinde bile değişiyor. Bunları yönetiyorum ama bir rutin koyamıyorum.
YARATICILIĞIN HAZIRLIK SÜREÇLERİ
1.SÜREÇ: RUHUN HAZIRLANMASI
ALPER ALMELEK: Benim üniversitede verdiğim Yenilikçi Liderlik dersimin ilk dokuz haftası yaratıcılık üzerine. Bunun içerisinde yaratıcılığın hazırlık süreçlerini anlatıyorum. Üç tane süreç var. Bu üç süreçten birincisi ruhumuzu hazırlamak. İkincisi gözlem yapmak. Üçüncüsü de hayal kurmak. Bunların üçü de aslında iç içe geçmiş bir süreç. Birincisinden başlarsak ruhunu nasıl hazırlıyorsun?
VEYSEL DİKER: Bu dediklerinin bendeki karşılığı şu: bendeki bir sonucun, eylemin ortaya çıkabilmesinin öncülü, önce bilinçaltı aşaması oluyor bende. Kesinlikle hayattan etkileniyorum. Hayatın arsızı olduğumu düşünüyorum. Bir insan hayatı ne kadar yaşamak ister ki? Sonsuz yaşamak istiyorum. Görebildiğim her şeyi bakmaktan, görmekten, anlamaktan acayip heyecan duyuyorum. Beni inanılmaz mutlu ediyor. Gördüğüm her şeyden hikayeler aklıma geliyor. Burada yazılı bir şeyden bahsetmiyorum. Bir duygu, his oluşturuyor bende. O hislerden kaçmıyorum. O hisler bende bir tortu oluşturuyor, bir ruh hali.
ALPER ALMELEK: Biraz daha spesifik hale getireceğim soruyu. Ben bunu egzersiz olarak yaptırıyorum öğrencilere. Diyorum ki gidin İstanbul’da bir yer bulun kendinize. Kendinizi en rahat hissedeceğiniz yer. Orada kendinizle baş başa kalın ve bir yazı yazın. Orada olmak ne hissettiriyor size, neler geliyor aklınıza? Böyle bir yerin var mı? Huzur bulduğum diye tanımladığın bir yer?
VEYSEL DİKER: Bu tiyatro. Ben burada oyunlar yazıyorum. Penceresi olmayan bir ofisim var benim. Buradan nerelere gidiyorum ben bir bilsen. Kendimi çok özgür hissediyorum burada. Ben kendi avantajımı söyleyeyim. Kendimi özgürleştirdiğimi düşünüyorum. Zihnimin çok özgür olduğunu ve hiçbir tanıma kendimi kastırmadığımı düşünüyorum. Bu beni çok rahatlatıyor. Nerede olursam olayım, bu hali hatırlarsam, özgür olduğumu hatırlarsam orada etkileşim başlıyor zaten.
2.SÜREÇ : GÖZLEM YAPARAK GÖRSEL ZEKAYI GELİŞTİRMEK
ALPER ALMELEK: Yaratıcılığın ikinci aşaması gözlem yapmak. Gözlem yapmakla ilgili, bir gence ne önerirsin?
VEYSEL DİKER: Yine başa döneceğim. Bu hayatla kurduğu ilişkiyle bağlantılı. Eğer hayattan kaçmıyorsa, yaşamaktan kaçmıyorsa yaşam ona zaten yeni bir şey veriyor. Örnek vereyim; Seçimler öncesi Şifa Niyetine adlı bir oyunumuz vardı. Çünkü bu toplumun şifaya ihtiyacı vardır diye hissediyordum. Çünkü kendimin de şifaya ihtiyacı vardı. Çok politik şeyler söylüyorum şu an. Böyle bir rahatsızlık, bir sıkıntı hali vardı. Seçimlere yakın, çok ilginçtir içime bir proje düştü. Ayak Sesleri diye bir şey mesela. Şifa Niyeti, Ayak Sesleri. Bu nasıl düştü? Tamamen hislerimle ilgili bir şey. O tedaviye ihtiyacım olan tarafım iyileşti. Çünkü, önce tedaviye ihtiyacım olduğunu itiraf ettim kendime o proje aracılığıyla. Proje bir sonuç. Onun hazırlık aşaması. Sonra, yok iyileşiyorum ve büyük şeyler olacak içimde, ülkede. Ülke dediğim şey benden ibaret. Parçacıklarından birisiyim ben. Bir de organik bağlarımız var. Aynı dili konuşuyoruz, aynı eziyeti çekiyoruz, aynı soğanı alıyoruz vs. Yani hiç öyle tek tek olduğumuzu düşünmüyorum. Reel bir bağımız olduğunu düşünüyorum. Aynı toprağa basıyoruz. En azından toprak üzerinden bir iletişimimiz var. Dolayısıyla o stresi, o psikolojik gözlemi bende yaşadım. Ve o bilinçaltı düşünceye geçti. Ayak Sesleri diye içeriği oluştu. Onun hazırlıkları var şimdi. Yakında da eyleme geçecek, harekete geçecek. Yaratıcılığın kategorileri işte. Hissettim. Bir şey yaşıyordum o bana Şifa Niyetine’yi doğurttu. O biterken, bir dakika dur ya. İyileşiyorum ben kendi kendime iyileştim aslında sahnede. Seyirciye soruyoruz: Şifaya ihtiyacınız var mı? Evet, evet diye iç geçirenler. Geçenlerde yaptık en son. Şifaya ihtiyacınız var mı? dedim. Birkaç ses geldi. Adamlar iyileşmişler. O önceki durum yok artık. Bir dönem önce yarattığım şeyin güncelliği yok artık.
ALPER ALMELEK: Peki gözlemi bunun içine nasıl katarsın? Sen bunu geliştirirken nasıl gözlem yapmalısın?
VEYSEL DİKER: Benim alanım için, mesela dans olsaydı vücutları öne çökmüş insanları görüyorum. Onu hissediyorum.
3.SÜREÇ: HAYAL KURMAK
VEYSEL DİKER: Az önce bir örnek anlattın. Lokantada bir çift görsem aralarında yüksek sesle konuşan. Derim ki “Acaba aralarında ki ilişkide bir terslik mi var? Belki de aralarında bu terslikten dolayı birbirlerine seslerini duyurabilmek için bağırarak konuşuyorlar. Kendilerini birbirlerine uzak mı hissediyorlar?” Bunu belki de yarın öbür gün yazdığın bir oyuna yansıtacaksın.
Ben onu seyircinin görebilmesi için biraz daha deforme edeceğim, biraz daha büyüteceğim mesela. Başka birisi bunu gördüğünde bunu ayıp bir şey ya da kabalık olarak görebilir. Ama benim için o incelenmesi gereken psikolojik bir durum. Ben onu seyircinin görebilmesi için biraz daha abartırım, biraz daha bağırmasını sağlarım.
ALPER ALMELEK: Bu hem gözleme hem de hayal kurmaya giriyor aslında.
VEYSEL DİKER: Evet. Hem hayal kurduruyorum hem de oradan yeni türevler yaratıyorum.
ALPER ALMELEK: Özetlersek; hayal kurma kısmı için, olanı alıp ondan alternatifler yaratıyorsun.
VEYSEL DİKER: Bu reel hayat için böyle. Ben hayatın içerisinde akıp giden birisiyim. Ama sıfır noktasında bir kişi için o kadar çok tuhaf şeyi bir araya getirip yeni bir şey yapabilme olasılığı var ki. Ama ben reel piyasanın içindeyim. Hayatın içindeyim ve devamlılığım var. Birçok bileşenim var. Mesela hayal kurmaya para yetmiyorsa eğer o hayal bir işe yaramaz. Benim özelim için çok da kopuk olmaması gerekiyor. Ama ekonomik kaygıları olmayan ve benzeri bir takvimi olmayan bir kişi için hayal sınırsız. Yani o kadar çok şey anlatabilirsiniz ki. Bir inekle bir köpeğin hikâyesini anlatabilirsiniz mesela. Bunu film olarak da yapabilirsiniz.
İLHAM PERİSİNİN GELİŞİ
ALPER ALMELEK: Kapı çaldı. İlham perisi geldi. O geldiğinde ne hissediyorsun?
VEYSEL DİKER: İlham perisi dediğimiz şey yine ben. Benimle ilgili bir şey. Öyle dışarıdan gelen birisi değil. Yeni bir benle karşılaşmak. Çok heyecan verici. Bu beni çok heyecanlandırıyor, çok mutlu oluyorum. Yeniden doğacağım fikri yaratıyor. Yeni kendimle karşılaşmaktan mutlu oluyorum.
YARATICILIKTA BAŞARISIZLIK
ALPER ALMELEK: Başarısızlıkların oldu mu? Bununla nasıl baş ettin?
VEYSEL DİKER: Olmaz mı, tabi ki oldu. Bunlar bana ders oldu. Mesela korkularım olduğu için, büyük hamle yapamadım. Korkulardan, fark edememekten, odaklanamamaktan kaynaklandı genellikle bunlar. O ara başka şeylerle uğraşırken ona odaklanmamışım, matematiğini kaçırmışım. Bir ile ikinin arasında sonsuz sayı var. Fark edebildiğin kadardır o sayılar. Fark edemezsem bir iki der geçerim. Benimle ilgili bir şey. Niye fark edemedim ben? Neyi kaçırdım? Odaklanmamakla, korkularla, zamansızlıkla ilgili bir şey o. Bence çok reel olmakla ilgili aynı zamanda. Çok reel hayattan beslenirseniz o da sizin yaratıcılığınızı köreltebilir. Toplum ne istiyorsa ona onu vereyim demek bir yaratıcının kendine yapabileceği en büyük kötülük.
ALPER ALMELEK: İlk başarısızlıkla karşılaştığında hissiyatın ne oldu?
VEYSEL DİKER: Tabi ki keşke olmasıydı diyorum. Ama bir sonraki için beni besliyor. Bir sonraki enerji için heyecanlanıyorum. Bunu yapmazsam şu olur, bunu yaparsam bu olur gibi. Kesinlikle iyi ki başarısızlıklarım oluyor ki onlardan bilgi alıyorum. Bir de benim kendi deneyimimin sonucu olağanüstü geliyor bana. Kendime de, başkalarına da söylediğim bir şey var. İnsanlara hatalarını olgunlaştırmaları için zaman tanıyın. Kendime zaman tanıyorum. Bu sefer olmadı yine deniyorum. Hangimiz bale yaparak doğduk ki. Demek ki ben bu durumda hâlâ emekleme aşamasındaymışım diye söylüyorum. O zaman buradan şunları yaparsam yürümeye başlayabilirim diye düşünüyorum. Hata yapmaktan korkmuyorum. Heyecanlandırıyor beni.
GENÇLERE YARATICILIKLARINI GELİŞTİRMELERİ İÇİN ÖNERİLER
ALPER ALMELEK: Daha genç bir nesile, yaratıcılığı geliştirmesi için ne yapmasını önerirsin?
VEYSEL DİKER: Önce kendisinin biricik olduğunu düşünmesi gerekiyor. Benden bir tane daha yok. Kendisi bir yaratım süreci sonucu zaten. Kendisini çok önemli hissetmesi gerekiyor. Burada narsistlikten bahsetmiyorum. İçinde öyle şifreler barındırıyor ki o bile farkında değil. Kendi farkına varabilmesi için kendisiyle iletişim halinde olması gerekiyor. Bu kendisiyle iletişim içinde olma hali kendini bir odaya kapatmak değil. Kendini hayatın içine bir çözelti olarak sunmalı, erimeli, dönüşmeli. Ve kendi dönüşümünün farkına varmalı. Yeni kendini yaratmak derken ne demek istiyoruz? Estetik yaptırmak mı? Tabi ki değil. Kendisini üretim süreçleri içinde dönüştürmesinden bahsediyoruz. Hayatla yüzleşecek. Hayat dediğimiz, sokaktaki his, duygular… Bu duyguları nerede, nasıl yaşar bilmiyorum. İster odasında duvara bakarak, ister bir kediyle konuşarak.
ALPER ALMELEK: Olabildiğince farklı perspektiften bakmayı önerir misin?
VEYSEL DİKER: Tabi ki. Hayattan kastımız o. Etkilenmekten korkmasın. Duygu alsın. O baktığı her şey ona biraz duygu verecek. Güzel, çirkin, iyi, kötü gibi bütün duygular kişiye özgü. Enstrümanları gelişmiş olur. Bundan sonra ne yaparsa yapsın, bir sonraki hayatında bir anlatım aracı olacak. Bu anlatım aracı hayatının her alanına etki eder. Hayattan etkilenirse yemek yeme biçimi değişir. Veya yemeği getirir ağızına tekrar bırakır. Bu bir sanat eseridir. Bunu bir sahnede yapabilir. Bir insana sadece bir yemek yedireceksiniz diyelim. O yemek yiyememe hali bir gözlemin sonucudur, bir dönüşümdür. Bir dildir. Kendi dilinin geliştirilmesi için hayatı hissediyor olması lazım. Piyano gibi düşünelim. Biz kocaman bir piyanoyuz. Bir sürü tuşumuz var. Duygu tuşumuz var. Birçok insan maalesef bir iki tuşla idare ediyor. Ding dong dong. Oysa sonsuz tuş var ve o tuşlar içinde duygu barındırıyor. Eğer o tuşların hepsini çalıştırırsak olağan üstü bir armoni çıkar. O tuşların hepsi de hayattan beslenerek gelişiyor.
SİZİ ETKİLEYEN YARATICILAR, YARATICILIK İŞLERİNDEN ÖRNEKLER
ALPER ALMELEK: Senin etkilendiğin yaratıcı örnekleri nelerdir? Yaratıcı kişiler kimlerdir?
VEYSEL DİKER: Cesur olanlar.
ALPER ALMELEK: Net olarak bize şudur diyebiliriz misin? Şu tiyatrocu ya da şu eser olabilir.
VEYSEL DİKER: Mesela Ferhan Şensoy usta. Kesin bir dil geliştirmiştir. Bir anlatım biçimi vardır onun. Hatta orta oyununu alıp, bugün ki stand-up’a ilk dönüştürücüsüdür. Orta Oyunu’ndaki Kavuklu’yu, Dümbüllü’yü alıp Galatasaray Lisesi, Fransız kültürüyle harmanlayıp bize yeni bir dil olarak sunmuştur. Ve bence çok başarılı olmuştur. Başarılı olmasındaki tek etken cesaretidir. Yeniyi yaratmaktan korkmamasıdır. Eskiye veda etmek en büyük korkusu insanların. Eskiye veda edip yeniye başlamaktan korkmamak gerekiyor. Bu yaşamı sevmekle ilgili bir şey. Her yeni gün kendimizle karşılaşıyoruz. Babamın korkuları mesela benim için şu anda mitolojik. Hiçbir şey ifade etmiyor. Ben bugün ki hayatı yaşıyorum. Ben yeni bir tarih yaşıyorum. Umarım ben çocuğum için bir gölge olmam. Sadece bir analiz aracı olurum. Yani babam şunu yapmıştı, bunu yapmıştı vb. Benim tekrarım olursa, o olmamış olur. İnsanın en büyük düşmanı tekrar bence. Tekrara girdiğimiz an biteriz.