Hayatının bir evresinde farklı olarak nasıl bir deneyim kazanmak isterdin diye sorarsanız, cevabım hazır: Uşak olmak isterdim!!
‘Hoppala!’ demeyin, öyle bildiğiniz uşaklardan değil, Baş Uşak! Ya da başka bir deyimle, ‘Malikane CEOsu’. Aslına bakarsanız öyle de zor bir iş ki. Elinizde dev bir malikane var. Onlarca odasıyla, kocaman bahçesi, garajı, yolları, etrafıyla sorumluluğu dibine kadar hissedeceğiniz çok özel bir mekan. Artık bahçıvanlar mı istersiniz, aşçılar mı, hizmetçiler mi, uşaklar mı, hepsinin başında bana (Baş Uşağa) raporlayacak bir de Kahya oldu mu neredeyse 30 kadar çalışandan bahsetmiş oluyoruz. Bu malikanenin üstelik iki ayrı müşterisi var: Birincisi patron, yani malikanenin sahibi (ki büyük bir ihtimalle zaten malikanede ailesiyle beraber ikamet ediyor olacaklar); diğeri de misafirler ki bahsettiğim malikaneye zamanında Winston Churchill (ha bu arada unutmadan ekleyeyim malikanemiz İngiltere’de, kırlık harika bir alanda), Lordlar Kamarası’ndan bir çok devlet adamı, ayrıca kritik ülkelerin büyükelçi ve konsolosları, sanatçılar-yazarlar-şairler gibi şahıslar kimi zaman günü birlik kimi zaman da birkaç gün/hafta kalmaya gelirlermiş. İşte bu kadar insana hizmet etmek, ‘Baş Uşaklığın’ getirdiği sorumlulukların altından kalkabilmek için müthiş bir soğukkanlılık, sabır ve işbitiricilik gerekiyor. Haliyle bu değerli toplum insanları malikaneye önemli bir devlet toplantısı veya keyif için geldiklerinde tek başlarına olmuyorlar. Yanlarında özel kalem müdürleri/uşakları, şoförleri hatta kiminin aşçısı bile oluyor ki, birkaç gün kalacaklarını varsayarsanız bir anda malikane dolup taşıyor. Mükemmel servis için herkesin ilk başta aradığı kişi kim: Baş Uşak.
İşte Kazuo Ishiguro’nun müthiş hayat dersleri veren kitabı ‘Günden Kalanlar (Remains of the Day’ böyle bir mesleği ayrıntılarıyla ve zorluklarıyla betimliyor. Hani Baş Uşak olmayıp da onu sinemadan canlandırın deseydiniz ona da hemen atlardım. Böyle bir canlandırmayı izlemek isterseniz Anthony Hopkins Baş Uşak rolünü sinema perdesine Günden Kalanlar üzerine çekilmiş sinema filmiyle kazandırmış büyük bir usta.
Stevens öyle mükemmel yetişmiş, karizmatik bir Baş Uşaktır ki, malikanenin yeni sahibinin kendisine ‘iş seyahati’ için tahsis ettiği şık arabayla İngiltere’nin kırsal bölgelerine bir elemanı işe almak için yaptığı yolculuk sırasında arabası bozulduğu için bir geceliğine pansiyoner olarak kalmak durumunda kaldığı bir köy evinde onu ‘Lord’un kendisi zanneden kasabanın ileri gelenleri o gece Lord’un karizmasından nemalanabilmek için o eve akın ederler.
Stevens öyle disiplinli öyle çalışkan ve çalıştığı işi her şeyin ötesinde ve üstünde tutan bir elemandır ki, eskiden Baş Uşak olup da mesleği ona sevdiren ve öğreten kendi babası ölüm döşeğindeyken -biz okuyucuların o satırları okurken yüreklerimizin titremesine aldırış bile etmeden- iş ortamını bırakıp da yanına gidemez. Stevens öylesine kendisini mesleğine adamıştır ki, hani ‘ben ya da o’ diye sorulduğunda ‘Malikane’nin eline kimse su dökemeyecek gibidir.
Baş Uşaklık etraflıca bakıldığında bir çok alt meslek/görevi de içine almaktadır: diplomat olup ne zaman kime ne söyleneceğini bilmek, yeri geldiğinde bir büyükelçi kadar ketum olabilmek ve ama kendisine sorulan her soruyu da çaktırmadan en doğru sözcüklerle ifade etmek…satınalmacı olup malikanenin o kadar çok et, sebze, meyve, çiçek, mobilya vs gibi malzemelerini en iyi şekilde alabilmeyi ve bunun için çok ciddi bir stok planlama da yapabilmektir, aynı zamanda insan kaynaklarcı olmaktır ki elemanların mülakatları, alınıp eğitilmesi ve geliştirilmesi konularını en iyi şekilde takip edebilmek için. Bütün bu görevleri bellir bir ‘vakar’la yapmak da Baş Uşaklığın ana hammeddesini oluşturmuştur.
Baş Uşak kendisini nasıl geliştirecek? İşte bu da sürdürülebilirliği devam etmesi gereken bir konudur. Bizim Stevens kendini yeterince espiritüel bulmadığı için bu konuda kendisini geliştirmeye verecek kadar da gayretlidir.
Sanırım bir gün Baş Uşak olma arzumun bilinçaltında bir gün bir Otel Müdürü olmak yatıyor. Öyle kocaman, yüzlerce çalışanı olan 5 yıldızlı bir oteli yönetme fikri beni çok cezbediyor. İnsana en iyi verilen hizmetin beli de bir otele mahsus olabileceğini düşünüyorum. Bu konuda hiç unutamadığım rahmetli Bay Richard Bayard’ı anmak isterim. Kendisi Beşiktaş İstanbul’da bulunan Çırağan Sarayı Kempinski Oteli’nin Genel Müdürü iken başlayan dostluğumuz onun vefatına kadar sürmüştü. Kendisiyle çalışmamış olsam da Çırağan’a sağladığı katkıları yakinen takip etme imkanım olmuştur.
Ha Baş Uşak, ha CEO, ha bir otelin genel müdürü, hepsi etrafındakilerin iyi bir hizmet alırkan mutlu olmalarını sağlama bazına oturtulmuş çünkü mutlu ettiğimizde bize de bulaşıyor…