‘’Oğlum, çok çok koşturuyorsun, ne gerek var bu kadar çok şeyi aynı anda yapmaya çalışacak, yavaş yavaş yap! Yavaşla biraz!! Yavaşla!!! Bir yere mi yetişiyorsun? Ne olur daha az yorsan kendini, di mi ama!?’’
Annesinden-babasından, bir başka saygıdeğer büyüğünden bu lafları duymamış olan var mıdır (tabii koşturuyorsanız)? Kemal Sayar bizi yavaşlamaya davet ediyor. Haklı da, gerçekten insanın zaman zaman bir ‘teneffüs’ alması, şöyle bir etrafa bakması, hatta Leonardo Da Vinci’nin kendi Defterler’inde önerdiği gibi üzerinde binlerce minik taşların olduğu boş bir duvara gözünü dikip, taşların biçimlerini hayal gücüyle birleştirip aralarında şekiller, görüntüler yakalamaya çalışması da faydalı olur, hem kafasını dağıtır hem de hayal gücünü geliştirir.
Yazar, daha ilk baştan diyor ki, ‘yorulmayın ama sevgi yayın’ ve bunu Yunus Emre ile ne de güzel alıntılıyor:
‘’Ben gelmedim dava için, beni işim sevi için
Dost’un evi gönüllerdir, gönüller yapmağa geldim.’’
Ve bu mesajları günümüzün önemli kavramlarından biri olan ‘akış’ ile birleştiriyor:
‘’Hepimizin, bizi zaman duygusundan kurtaran, adeta zamanın dışına çıkaran, yaptığımız işe gömüldüğümüz, ‘’akış’’ anlarına ihtiyacımız var. O halde işin dışında da, uğruna uçurtmalar uçurduğumuz ideal, uğraşı ve hedefleriniz olsun.’’
Öte yandan, benim de kendi ikilemim ortaya çıkıyor: kitap ‘hayatınızı yavaşlatın’ diyor ben de kitabı büyük bir keyifle dün okumaya başlayınca 244 sayfayı ‘yavaşlayamayarak’ biraz önce bitirmiş oldum. Bu kadar da akışa kaptırmışım kendimi! Nasıl değerlendireceğim kendimi şimdi?!? :))
Bu kitabı okumanızı öneririm.