Hani sizin başınıza hiç gelmez mi, bazen günün herhangi bir saatinde içinize şöyle nahoş bir his gelir, adeta bir sıkıntı gibi, neye uğradığınızı şaşırırsınız; bazen aynı gün yaşadığınız bir olay, aklınızda son zamanlarda oluşan belirsizlikle bezenmiş bir konu, ya bir anlaşmazlık ya da herşey toz pembe olduğu halde birdenbire sizi vuran negatif bir dürtü….Hele hele içinizde bir süredir devam eden bir sorun varsa, o çok daha kötü ki onu kastetmiyorum bile burada…
İşte bütün bu hisler ruhunuzu çevrelemişse o an ve çaresizlikle etrafınıza bakınıyorsanız, tam o sırada ‘Mutluluk İçkisine’ ihtiyacınız vardır. Hadi onun ismine de ‘SOMA’ diyelim. Niye diye sormayın! Tek yapacağınız amirinize gitmek. Nasılsa herkesin bir amiri var. Ona gidip rica edeceksiniz o da sizi fazla bekletmeden hatta hiç sorgulamadan çıkartıp sizin işinize yarayacak kadarını verecek. Onu hemen fondip yapıyorsunuz ve çok kısa zamanda içinize öyle bir mutluluk yayılıyor ki bunu sık sık hatta neredeyse her gün aldığınız halde sanki ilk kez içmişçesine mutlu oluyorsunuz. Ondan sonra keyfinize diyecek yok! Saatler boyunca bulutlarda geziyorsunuz…
Bu harika sistemin bir minicik kusuru var yalnızca, işte 60 yaşını geçemeyeceksiniz. 60 oldu mu doğru cennete… Sorar mısınız kendinize, değer mi diye?! Zaten hiç merak etmeyin, yaşlanmanıza da artık gerek kalmayacak çünkü bu paketteki çeşitli kimyasallarla sürekli genç gözükmeniz sağlanacak.
Aldous Huxley, Oxford Üniversitesi mezunu. 1956 Nobel Edebiyat Ödülünü kazanmasında önemli rolü olan Cesur Yeni Dünya adlı romanında bahseder bu olağanüstü sistemden. Aklınıza bu arada uyuşturucu falan gelmesin; gerçekten de bir mutluluk iksiridir romanda bahsi geçen. Tüm halk SOMA’yı almaya kendilerini zorunlu hisseder. Bu arada bir ek bilgi: Amerika’da Soma isimli bir ağrı kesici ilaç var. Huxley’den mi esinlenmişler acaba?!
Bir de ne bu Allah aşkına rekabet denilen sıkıcı süreç? Niye insanlar sürekli birbirlerinin üstlerine çıkmaya çalışıyorlar? Yok kapitalizmmiş, ekonomik rekabetmiş, daha akıllısı var, daha kurnazı var, daha beceriksizi var. Ne diye durmadan arabalarımızın markasını, evimizin oda sayısını, mücevherlerimizin pırlanta sayısını, kıyafetlerimizin çeşitliliğini, gezdiğimiz ülke sayısını artırmaya çalışıyoruz? Bütün bunlara ne gerek var yahu! Aldous bey buna da kökten çözüm bulmuş bilim kurgu romanında.
Şimdi bizim ne kadar temizlik işçisine ihtiyacımız var şehrimizde? Diyelim ki nüfusun % 5’i yeterli. Eh o halde o kadar doğurtalım! Hem bu kişilere o kadar da zeka gerekir mi, herhalde gerekmez. Mesela 60 IQ yeterli midir, tamamdır. Ancak bir sürü memurluk işi var ki aslında angarya işler de buna dahildir. O halde onlar için normal zeka yeterli yani 80 IQ diyelim. Haydi onlar da toplumun % 60’ı olsun. Şimdi bize teknolojik deneyler yapacak ve yaşam standardımızı yükseltecek IQ olarak da yüksek seviyede (mesela 120 falan) kişiler lazım. Haydi bunlar da toplumun % 20’si olsun. Geriye ne kaldı? % 15 İşte bunlar da toplumu yönetsinler, o halde bunların zekasının süper olması gerekiyor. Onlardan da yeterince yaptık mı iş tamamdır! Bir de nedir ya o 9 ayda falan doğmalar, bir sürü komplikasyonlar?? Hem zekayı nasıl sabitleyeceğiz? Ya tutmazsa. Biz en iyisi şu rahimden doğma olayını iptal edelim. Onun yerine tam istediğimiz zekada kişileri şişeden doğursak en iyisi olur. Bir doğum fabrikası kurduk mu işimiz iş! Onu da güzelce yönetiriz. Yöneticilerden gelen taleplere göre her ay yeterince malzeme stoku da tuttuk mu işimiz iş. Gelen taleplere göre IQ’su süper zeka mı, üstün zeka mı, normal zeka mı, düşük zeka mı üretir topluma dağıtırız. Alan memnun veren memnun! Bu şekilde toplum bireyleri arasında kavga da çıkmaz. Kimsenin daha iyi olmak gibi bir kompleksi de olmaz. Herkes yerini bilir. Mutlu mutlu yaşarlar.
Hem doğan çocukların büyütülmesi için de hiç endişelenmeyin. Nasılsa kast mantığıyla sınıflar oluşturulduğu için küçükten itibaren çocuklara tüm yaşam bilgilerini ve davranış biçimlerini gece uykularında empoze ediliyor. Uyandıkları an bilgiler hafızada kullanıma hazır şekilde bekliyorlar. Robot gibi büyüyorlar. Üstelik aileler oluşmadığı için haliyle tekeşliliğe de gerek kalmıyor. İsteyen istediği karşı cinsle istediği gibi beraber olabiliyor. Her şeyin çözümü basitçe halledilmiş. Bu durumda romantizme de gerek kalmıyor. Aşık olmaya da. Şiir yazmaya da, beste yapmaya da.
Peki ya bu sisteme uymak istemeyenler çıkarsa arada bir? Ah işte o zaman önlem almalıyız!! Hem de ciddi önlemler!!! Kimsenin sistemimize karşı çıkmasına, bu kadar harika bir düzen kurduktan sonra yapıda delikler açmasını ister miyiz?? Asla!!! Mutlaka karşı çıkanların isyanını bastırmalıyız…Nasıl mı? Kitapta okuyun lütfen…harika bir roman!! Günümüz dünyasına bir distopya sunuyor. Yani, geleceğimizde şu anda çok uçuk da gelse başımıza gelme ihtimali olan kötü bir tabloyu macera kıvamında betimliyor. Okurken sürekli kendi hayatınızla bu bilim kurgulu yaşantıyı kıyaslayıp sorguluyorsunuz. Zaten amaç da bu değil mi ya! Belki de elimizdekilerin değerini çok daha farketmemizi sağlamak!!